İlmin Hâl İstiğrakı
1- İlmin hâlde istiğrakıdır ki; başlangıç itibarıyla Hak yolcusu bazı şeyleri bilse de, onları tam duyup zevk etmediği için, gerektiği ölçüde o şeylerin hakikatlarına vâkıf değildir.. evet, ilim ayrı şey, onu yaşayıp hissetmek ayrı şeydir. Aslında imân, muhabbet, aşk, zevk-i rûhânî insanın tabiatının birer buudu hâline gelecekleri ana kadar nazarîdirler ve hakikatlerinin tam bilindiği de söylenemez. Ne zaman ki bunlar, insan vicdanında zevken ve keşfen duyulurlar, işte o zamandır ki hâl, mücerred ilme galebe çalar ve ilim hâlin içinde müzmahil olur gider. Buna, aynı zamanda peygamber ilmi de denir. Buna ilim denmesi sadece bu işin mebdeinin ünvanı olması itibarıyladır. Yoksa o aksiyon itibarıyla bir hâl ve pâye itibarıyla da bir makamdır. Gerçek peygamberlik mülâhazası mebde ve müntehayı cem etmesi açısından, mebdee bakan yanıyla, Hz. İbrahim ve İsmail'le alâkalı-"felemmâ eslemâ ve tellâhu li'l-cebîn" İkisi de Hakk'a inkıyâd edip teslim olunca O, kurban etmek üzere oğlunu yere serdi" (1) ilâhî beyanı böyle bir ruh hâletini ifade etmesi bakımından gayet manidardır ve böyle bir istiğrakın müntehası, bizim tasavvurlarımızın istiâbını aşar. Konuyu biraz daha açacak olursak; burada mücerred ilimden, ilimle hedeflenen hâle intikal söz konusudur. Ve müstesnaların hâli müstesna, onlar her zaman en güzel örnek konumlarıyla misallere, mesellere sığmayacak kadar "âlicenap"tırlar. Onlar şimdilik mesellerin en güzeliyle kendi numune dünyalarında kalakalsınlar; hâlin, bahis mevzuu olmadığı mücerred bilgisiyle bir bilgin (2) "Ke meseli'l-himâri yahmilü esferâ" fehvasınca, şuurunda olmadan sırtında kitap taşıyan merkûptan farksızdır. Bilgisiz hâl bir dalâlet ve ilhad, "hâl"siz bilgi de bir gaflet ve cehalettir. Nübüvvet bilgisi sayılan ilimle istikâmet ise ilim cevherinin hâl televvünleriyle en yüksek semâvî bir "araz" haline yükselme keyfiyetidir.
[2] Cum'a, 62/5
- tarihinde hazırlandı.