Kur'an, İnsanlığa Giden Yolları Açar
Kur'an-ı Kerim, ferdi terbiye ederek, onun kalp ve vicdanını şirk ve şirk kokan hususlardan arındırarak ona, hakiki insanlığa giden yollar açmaktadır. Evet, O'nun terbiyesini tam alan fertler, eski hallerinden bütün bütün sıyrılarak sadece Allah için duyup duygulanan ve O'nun için dolup boşalan insanlar haline gelmektedirler.
Bir insanın tam tevhide ulaşabilmesi, her şeyden evvel onun şirk ve şirk kokan hususları tamamen terk edip vicdanen temizlenmesine bağlıdır. Açık-kapalı şirk düşüncesini aşamamış bir kimseye hak ve hakikat adına bir şey anlatmak çok zordur. Evet, hak ve hakikat adına anlatılan hususların vicdanlarda makes bulması için, vicdanların arınmasına, dimağların ön yargılardan sıyrılmasına ve gönüllerde hakikat aşkı, araştırma düşüncesi ve hakperestlik duygusuna ihtiyaç vardır.
Mümin Her Lahza Allah'a Yönelmeli
Buraya kadar belli ölçüde de olsa, insanın şirk ve şirk şaibesinden uzak kalması ve dupduru bir anlayışla Allah'a yönelmesi üzerinde durduk. Böyle bir yönelişi gerçekleştirebilen tertemiz vicdanlar, tevhide öylesine yürekten kilitlenirler ki, Allah karşısında değil şirke düşmek; şirk ihtimali olan şeylerden bile, yılandan-çiyandan uzak durdukları gibi uzak dururlar. Ehlullah arasında Allah'a kurbet mevzuunda sübjektif bir uygulama olarak, bir gusül yorumlaması söz konusudur. Bu, herkesin anladığı manadaki gusülle de irtibatlandırılabilir. Bu yorumun özeti şöyledir: İnsan, fânî zevklerini yaşarken, Allah'ı birkaç dakika dahi olsa, irâdî olarak unutmuştur. İşte böyle bir unutmaya keffaret olması için o, bütün bedenini yıkamaktadır. Hatta ehlullah, bu şekilde bir unutma değil de, gayri irâdî bile olsa, bir lahza Allah'ı unutunca: 'Allahım! Madem irâdî olarak Sen'den gafil olmanın keffareti gusletmek oluyor; ben, gayri irâdî dahi olsa, gaflet ettiğimden dolayı abdestle arınıp yeniden Sana dönmek istiyorum. Evet, veli, ağyâr düşüncesine karşı bu ölçüde dikkatli ve teyakkuzdadır.
Bir sistem ve metot insanı olan ve Allah'ın talimiyle Kur'an-ı Kerim'i pratik hayata geçiren Nebiler Serveri (sav) daha önce binbir baskıyla kovulduğu Mekke'yi fethedip de Kâbe'ye muzaffer bir kumandan olarak girerken, tevazusundan mübarek başı bindiği merkubun eyer kaşına değecek şekilde iki büklüm Kâbe'ye girmiş ve her şeyi O'ndan bilmeyi böyle bir mahviyetle temsil etmişti.
'Aklıma Halife Olduğum Geldi!'
Bir ihlas âbidesi olan Hz. Ömer (ra), bir gün hutbe esnasında hiç münasebet yokken mevzuyu değiştirerek, 'Ya Ömer! Daha dün baban Hattab'ın develerini güden bir çobandın.' deyip minberden inmişti. Ona, durup dururken böyle bir söz söylemesinin sebebi sorulunca da, 'Aklıma halife olduğum geldi...' cevabını vererek kesip atmıştı.
Yine O (ra) omuzunda kırba ile su taşıdığını görüp de: 'Bu ne hal ey Allah'ın Rasulü'nün halifesi!' diyen sahabiye 'Dış ülkelerden bir kısım elçiler gelmişti. İçimde bir şeyler hissettim. O hissi kırmak istedim.' cevabını vermişti. Mukarrebliğin mukîmi, koca halife Hz. Ömer, duygu ve düşünce planında dahi kalbinin içine giren en küçük bir şeyi, mukarrabîn olduğu için adeta şirk sayıyor ve o duyguya karşı savaş ilan ediyordu.
Ömer b. Abdülaziz (ra), bir keresinde dostlarından birine ifadeleri edebî olan bir mektup yazmış, sonra da nefsine bundan pay çıkıyor olma mülahazasıyla bu mektubu yırtıvermişti. Sebebini soranlara da: 'İçimde bir gurur hissettim. Onun için mektubu yırttım.' deyivermişti. Evet İslam tarihinde devletin başındaki devlet reisinin duyguları işte bu kadar şirkten uzak ve bu kadar durudur. Devlet başkanları böyle olan bir halkın duygu ve düşünceleri de bundan farklı olmasa gerek. Bir mübarek dönemde bütün kuvve-i inkişafiyelerini başlarındaki idarecilerinden alan toplum, ütopyalarla bile resmedilemeyecek kadar derindir.
Fertleri böyle şirk ve şirk şaibelerinden sıyrılıp, vicdânen dupduru hale gelen toplumlar ne mübeccel ve böyle bir toplum içinde hayat ne zevklidir..!
'Siz kendinizi Düzeltmeye Bakın!'
Kur'an-ı Kerim, sıhhatli bir aile ve toplumun oluşması adına her şeyden evvel, fertlerin sıhhatli olmalarına büyük bir önem vermiş ve bunun için de pek çok emir ve tavsiyelerde bulunmuştur. O, adeta her şeyi ferdin kendini düzeltmesine, kendini görüp gözetmesine bağlamıştır. 'Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltmeye bakın. Siz doğru yolda olduktan sonra sapanlar size zarar veremez.' (Mâide, 5/105) ayetiyle bu gerçek hatırlatılır ve insan kendi vazife ve sorumluluklarına yönlendirilir. Evet insan, başkalarının dalalet, küfür ve küfranıyla meşgul olmak yerine, kendisinin hidayette olup olmadığı üzerinde durmalı ve istikamet adına hep kendini sorgulamalıdır ki, kurtuluşa ermenin en kestirme yolu da bu olsa gerek.. evet, siz, hidayette olduktan sonra başkalarının dalalet, küfür ve küfranı asla size zarar vermeyecektir. Kur'an-ı Kerim, bu tür ayetleriyle şu hususlara dikkat çekmektedir:
1) Başkaları küfür ve küfran içinde bulunurken, bir Müslüman, kendi köşesine çekilip şahsî ibadet ü taat ve evrâd ü ezkârla yetinmemelidir; ehl-i dalâletin menfi yollarına alternatif olarak onun da kendisine göre bir yolu-yöntemi olmalıdır ve o, bu çerçevede hizmetlerini devam ettirmelidir.
2) Müslüman'ın vazifesi, envâr-ı imâniye ve Kur'aniyeyi neşretmek ve O'nu muhtaç gönüllere duyurmaktır. O, bu yolla rûhen perişan ve dâğidâr kimselerin imdadına koşmuş ve onlara manen nefes alacakları bir ortam hazırlamış olacaktır.
3) O, bütün bunları yaparken, önüne çıkan engeller karşısında sarsılmadan Allah'ın tevfik ve inayetiyle bunların hepsini aşacak ve doğru bildiği yolda yürümeye devam edecektir.
Evet, bütün bunlardan da anlaşılacağı üzere Kur'an-ı Kerim, her şeyden önce ferdin ahlak ve karakteri üzerinde durmakta ve adeta diğer her şeyi bunun üzerine bina etmektedir. Ona göre şahsî hayatı müstakim olmayan kimselerin mükemmel bir cemaat ve cemiyet oluşturması da bahis mevzu değildir. Namazında, niyazında ve Allah'a teveccühünde insanlarla muamelesinde samimi olmayan bir insanın topluma bir hayır vaat etmesi de söz konusu olamaz. Allah Rasulü (sav) şu hadisi şerifiyle bu konuyu bir buudu ile şöyle tenvir ederler: 'Kim bizim namazımızı kılar, bizim kıblemize yönelir, bizim kestiğimizi yerse işte o, Allah ve Rasulü'nün zimmetini alan bir Müslüman'dır.' Bu sözün mefhum-u muhalifi şudur: Bir kimse bizim namazımızı kılmıyor, kıblemize dönmüyor ve kestiğimizi yemiyorsa Allah ve Rasulü'nün nezdinde onun zimmetinden söz edilemez.
Huzuru Yakalamak İçin...
Bugün bizim de, bu sınıfa dahil olan ve inançları itibariyle kalbî dünyaları kararmış pek çok bildiğimiz vardır ki, bu kimselerle daha samimi diyaloglar kurarak onlara kalbimizin en samimi soluklarını duyurma mecburiyetindeyiz. Biz şuna inanıyoruz ki, insanların hayat standartları ne kadar yüksek olursa olsun, yine de bu insanlar huzurlu olmayabilirler; olmayabilirler zira gönül, onu yaratan Allah'a (cc) imanla aydınlanmadıktan ve vicdan da iman ve Kur'an nuruyla nurlanmadıktan sonra insanın huzur ve itminana kavuşması mümkün değildir.
Evet bizim en büyük gayemiz, herkesi imanın diriltici iklimiyle tanıştırarak, onların dünyada huzura kavuşmalarına, ahirette de Allah'ın rıza ve rıdvanına mazhar olmalarına vesile olmaktır.
- tarihinde hazırlandı.