Mazeretler, Hataları Büyütür

Şeytanın önemli hilelerinden biri de, insana hatalarını kabul ettirmemesi, onu hata ve kusurlarına mazeret aramaya itmesi ve yaptığı yanlışları içtihâdî bir kısım görüş farklılıklarının neticesiymiş gibi göstermek suretiyle, meseleye bir mazeret bulma yoluna sevk etmesidir. Eğer bir insan, yaptığı hataların kendi hatası olduğunu kabul etmiyor, onlara dışarıdan sebepler arıyor, "şundan dolayı yaptım, bundan dolayı yaptım" diyerek mazeretler arkasına sığınmaya çalışıyorsa, o hiçbir zaman hatalarını telafi edemez. Hatalarını telafi edemediği gibi, günahtan uzaklaşma ve ukûbet endişesiyle Hakk'a sığınma kurnası olan "tevbe" ile temizlenemez, makam ve derecâtı muhafaza arzusuyla O'nda fâni olma manasına gelen "inabe" kapısına kat'iyen yönelemez ve O'ndan başka her şeye kapanma da diyebileceğimiz "evbe" serasına asla giremez.

İşlediği kabahat küfür çerçevesinde ise küfür karanlığındaki karalığı devam eder; suçu bir dalâlet çerçevesinde ise yolunu yitirmişliği sürer gider; büyük bir günah işlemişse o kebire arkasına başka büyük günahları da katar ve o insanı sonunda küfür bataklığına kadar iter. Dolayısıyla, bir kabahate mazeret aramak, daha büyük bir kabahattir. Hata bir hatadır; o haliyle kalsa ve telafi yolları aransa basit bir hata sayılır. Fakat o hataya bahaneler ileri sürmek ve başkaları nezdinde onu mazur göstermeye çalışmak mürekkep ve katlanmış bir hatadır. Hatayı hata olarak görmeme, onu bir kabahat kabul etmeme ve onun bir suç olduğuna inanmamaya gelince, o da mük'ab (katmerli) bir hatadır. "Bana şunu ettiler, şöyle yaptılar; beni anlamadılar" türünden sözler şeytanın ve nefsin hırıltılarından başka bir şey değildir. Allah Resûlü'nden kopup giden kim olursa olsun, onun mazeret adına bir şey söylemeye hakkı yoktur. Ne sebeple olursa olsun, iman ve Kur'an yolundan sapan bir kimsenin bahaneleri geçersizdir.

Bugün, kalbinde azıcık insafı olan herkes, gönüllüler hareketinden bahsederken, "Bunlar, millî ve manevî değerlerimizin temsilciliğini yapıyorlar, dünyanın her yerinde bizim eşsiz kültür mirasımızı tanıtıyorlar; öyleyse hiç olmazsa kalben destek vermeliyiz" şeklinde duygularını seslendiriyorlar. Böyle bir hakkaniyete mazhar olmuş bir gönüllüler hareketine karşı yıkıcı ve tahrip edici davranışlarda bulunan kimsenin "Kıymetimi bilemediler, sözlerimi dinlemediler, yüksek fikirlerimden istifade etmediler" türünden sözleri de sadece nefsin mırmırları ve şeytanın hırıltılarıdır.

Dine İhanetin Mazereti Olmaz

Kur'an'da Nebiler Serveri'ne "Rabb'in seni kat'iyen terk etmedi ve sana darılmadı." (Duha, 93/3) mealindeki hitabı, hakiki manasıyla Peygamber Efendimiz'e mahsus olsa bile, zıllî keyfiyetiyle onun yolunda olan insanlar için de geçerlidir. Allah Teâlâ, bir adımla dahi olsa Kendisine yaklaşanı hiçbir zaman yalnız bırakmadığı gibi, Peygamber Efendimiz de, kendisine "Efendim" diyenlere daima "ümmetim" cevabı verecek ve sahip çıkacaktır.

Efendimiz'in ümmetine küsmesi ve darılması söz konusu olamaz. O'nun kendi hakları açısından hiç kimseye küsüp darılmayacağından emin olabilirsiniz. Fakat Allah Resûlü'ne karşı yapılan bazı hatalar ve cinayetler vardır ki, doğrudan doğruya O'na karşı yapılmış olsa da, belki umumun hukukuna bir tecavüz ya da hukukullah adına bir saygısızlık sayılır. Siz kalkıp deseniz ki, "Ben şu kötülük yapanı da bağışladım, bu kötülük yapanı da affettim..." Fakat yapılan o kötülükler içinde, Kur'an'a hakaret yer alıyorsa, Efendimiz'e saygısızlık bulunuyorsa, dine-diyanete karşı bir tecavüz söz konusu ise bir asırdan beri insanlığın hayrına ortaya konulan bir hizmet çizgisine ve o eşiğe baş koyan insanların sa'yine ihanet varsa, bunlar öyle büyük cinayetlerdir ki, bu konuda affetme ve bağışlama hakkı hiç kimseye verilmemiştir. O cinayetleri işleyenler, Kâbe'yi tavaf etmiş ve beş vakit namazlarını aksatmamış olsalar bile, yaptıkları kötülüklerin hesabını ötede mutlaka verecek ve cezalarını çekeceklerdir. Hatta siz onları affedip her gün dualarınızda yâd etseniz de, onlar bu hesaptan ve cezadan kurtulamayacaklardır.

Üstad Hazretleri gibi hak dostları da, kendi hizmet dairelerinde olan insanlara hiç darılmayacak ve asla küsmeyeceklerdir. Fakat unutulmamalıdır ki, Kur'an'a ihanet affedilemez; Resûlullah'ın davasına hıyânet bağışlanamaz; binlerce insanın sa'y u gayretleriyle ortaya konulan bir hareket hakkındaki hainlik, mazeret olarak ne denirse densin, mazur görülemez. Siz ve biz o büyük cinayetleri işleyenler hakkında "Allah'ım onları affet" diye duada da bulunamayız, onlar hakkında af dileme, Allah'a, Efendimiz'e ve dine karşı saygısızlıktır, günahtır. Onlar için söyleyebileceğimiz tek söz; "Allah hidayet eylesin" cümlesidir.

Vicdanının Sesini Dinle

Bu hususta her insan kendi gönlünden fetva istemeli ve vicdanının hükmüne kulak vermelidir. Nitekim Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam), "Müftüler fetva verse de sen kalbine sor." buyurmuşlardır. Bu konuda, bin tane müftü size rahatlatıcı bazı şeyler söylese de, siz kendi vicdanınıza bakıp onun hükmünü esas saymalısınız. Nerede duruyorsunuz? Durduğunuz yerin hakkını veriyor musunuz? Verdiğiniz söze vefalı ve yaptığınız mukaveleye sâdık mısınız? Vaadlerinizi yerine getirmeye âmâde bulunuyor musunuz? İşte bütün bu soruların cevabı vicdanınızda saklıdır. Terk edilip edilmediğiniz, size küsülüp küsülmediği hususu da onun vereceği cevaplarla netlik kazanacaktır. Öyleyse, kendi vicdanınıza, hâlihâzırdaki tavır, davranış ve faaliyetlerinize bakın; çünkü Allah'la münasebetinizin seviyesini, İnsanlığın İftihar Tablosu'yla alakanızın derinliğini, Hazreti Bediüzzaman gibi dava adamlarıyla olan bağınızın kuvvetini, iman ve Kur'an hizmetine karşı vefa ve sadakatinizin derecesini belirleyecek olan mercî sizin kendi vicdanınızdır.

Özetle

  • Şeytanın önemli hilelerinden biri de, insana hatalarını kabul ettirmemesi, onu hata ve kusurlarına bahane aramaya itmesi ve meseleye bir mazeret bulma yoluna sevk etmesidir.
  • Ne sebeple olursa olsun, iman ve Kur'an yolundan sapan bir kimsenin bahaneleri geçersizdir. "Bana şunu ettiler, şöyle yaptılar; beni anlamadılar" türünden sözler şeytanın ve nefsin hırıltılarından başka bir şey değildir.
  • Böyleleri, Kâbe'yi tavaf etmiş ve beş vakit namazlarını aksatmamış olsalar bile, ötede mutlaka hesap vereceklerdir. Siz onları affedip her gün dualarınızda yâd etseniz de, onlar bu hesaptan ve cezadan kurtulamayacaklardır.

İbn-i Hatal ve İhanet

Bildiğiniz gibi; Peygamber Efendimiz (aleyhissalâtu vesselam), Mekke'nin fethi esnasında, "Kim Beytullah'a girerse korkudan emin olur." (Bakara, 3/97) mealindeki ayeti de hatırlatarak, Mescid-i Haram'da bulunanlara, Ebu Süfyan'ın evine sığınanlara ve evlerinden çıkmayanlara dokunulmamasını emir buyurmuşlardı.

Mekke'ye girip başındaki miğferini çıkardığı sırada, bir adam gelerek: "İbn-i Hatal, Ka'be'nin örtüsüne sarılmış vaziyette yakalandı, affedelim mi?" deyince o Şefkat Peygamberi "Onu öldürün!" emri vermişti. Karıncanın canına kıyamayan, akreplerin ve yılanların hayat hakkını dahi gözeten öyle merhametli bir peygamber nasıl olmuştu da İbn-i Hatal'ın ölüm fermanını vermişti? İbn-i Hatal, Peygamberimiz'in huzurunda bulunmuş, onun nurefşân beyanlarını dinlemiş, huzurun insibağını belli ölçüde tatmış, fakat cahiliye hislerinden geriye kalan bir şeyden dolayı rencide olmuş ve biraz uzaklaşmıştı nur halkasından.

Başlangıçtaki o hatasını pek küçük bir inhiraf gibi görmüştü. Oysa merkezdeki çok küçük bir açı muhit hattında kapanamaz bir boşluğa dönüşmüş ve farkına varamadan o kadar uzaklaşmıştı ki, Allah Resûlü'nün, kanlarını heder kıldığı birkaç kişiden biri de o olmuştu. Çünkü duymuş, gelmiş, tatmış, harem odasına kadar girmiş ve sonra da o haremgâh-ı nebevîyi telvis etmiş, adeta oraya bevletmişti. Onun Efendimiz'e ve dine karşı tavrı ihanetti. Böyle bir insan affedilemez; sadece kapının dışına konulmak suretiyle cezalandırılmış sayılamazdı. Artık o, salona alınmamalı, koridora girdirilmemeli, hatta o saadet dairesine de yaklaştırılmamalı, yedi sokak öteye itilmeliydi.

Evet, Efendimiz gibi bir şefkat abidesi daha gelmemişti dünyaya; O kendi hakkıyla alakalı her hususu affederdi. Fakat İbn-i Hatal'ın günahı hem küfür, hem şirk, hem ihanet ve hem de bütün Müslümanların hakkına tecavüzdü. Zaten, Peygamber Efendimiz'in o kararı da -hâşâ- kendi nefsi için ve kendi içtihadıyla verdiği bir karar değil, vahiy kaynaklı bir hükümdü. Yanlış anlaşılmaması ve su-i istimale açık kapı bırakılmaması için -istidradî olarak- belirtmeliyim ki, bugün şahıslar, hiç kimsenin ölümüne karar veremez ve günahı ne olursa olsun, kimseyi idama mahkûm edemez. O bazı ülkeler itibarıyla, devletin yetkili kurumlarına ait bir iştir. Efendimiz'in konumu ve O'nun yaşadığı devir bugünle ve başka insanlarla kıyaslanamaz.

Haftanın Duası

Ey her şeyin perçemini elinde tutan ve bütün kapıların anahtarları sadece Kendi nezdinde bulunan Yüceler Yücesi Rab! Senden, bizi masivanın bütün kayıtlarından azat etmeni ve en hayırlı kapıları biz muhtaç kullarına açmanı diliyoruz. Bu pürkusur bendelerini sadece Sana, hem de en mükemmel bir şekilde kullukta bulunmakla serfiraz kıl.. Rahmet ve inayet tecellilerinle ihtiyaçlarımızı gidererek Sen'den başka her şeyden ümidimizi kes. Kes ki, aradıklarımızı sadece Sen'in kapında arayalım.

Sözün Özü

Hazreti Üstad, maddî ve manevî füyûzât hislerinden fedakârlık ufkunu göstermektedir. Evet, bir mefkureye dilbeste olmuş ve ona adanmış bir ruh hem maddî hem de manevî füyûzât hislerinden fedakâlıkta bulunur; onları gaye ve hedef yapmaz. Bu, insanın maddî-manevî zevk ve lezzetleri, davasına kurban etmesi, vermesi gerekli olan şeyler bir yana, verme mecburiyetinde olmadığı şeyleri bile bağlandığı o dava hatırına gözden çıkarması ve terk etmesi demektir ki; bu davranış adanmış olmanın bir gereğidir.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.