Nifak Endişesi Mü'mini Titretmelidir

Muhlis mü'minlerin tam mukabili olan münafıkları Kur'ân şöyle resmeder: "Münafık erkek ve münafık kadınlar da birbirlerindendir. Kötülüğü emreder, iyiliğe engel olurlar ve cimrilikte bulunurlar. Onlar Allah'ı unuttular (bu yüzden) Allah da onlara unutma muamelesinde bulundu. Doğrusu münafıklar, fasıkların tâ kendileridir" (Tevbe, 9/67).

Görüldüğü gibi, âyet münafıklar için "dost" tabirini kullanmıyor ve sadece birbirlerinden olduklarını haber veriyor. Çünkü münafıklar arasında hiç kimseye karşı dostluk söz konusu değildir. Onları birbirine bağlayan tek bağ menfaattir. Menfaatlerine zerre kadar zarar gelecek olsa, hemen aynı gruplar arasında kıyasıya vuruşma başlar. Onun için âyet, gayet veciz ve mucizevî bir ifade ile onların ruh hâletlerini ele verir ve "bazısı, bazısından" der. Yani onların hepsi de aynı habislerdir.

Onların bir diğer ortak vasıfları ise, "onlar münkerâtı emrederler." Yaptıkları müstehcen neşriyatla, ele geçirdikleri sinema ve televizyon aracılığı ile gençleri manyetize edercesine sürekli kötülük telkininde bulunurlar; insanlar da âdeta onların emirlerine boyun eğerler. Zira propaganda vasıtaları, insanları tesir altına alacak kadar güçlü ve kuvvetlidir. Başı dönmüş ve bakışı bulanmış güruh ve yığınlar, münafıkların asla vazgeçmeyecekleri piyonları ve sömürü vasıtalarıdırlar. Sömürü güçlerini ayakta tutabilmek için vermeyecekleri taviz ve insanlığa karşı yapmayacakları hiçbir mel'anet yoktur. Çünkü onlar münafıklardır ve dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, bu ayırıcı vasıflarıyla derhal tanınırlar. Zira onlar sürekli kötülüğü emreder, iyilikten de insanları alıkorlar.

Onların ortak vasıflarının ikincisi, "marufu engeller, iyiliğe mani olurlar." Cemiyeti psikolojik bir baskı altına alarak, faziletli yaşamak isteyen herkesi "gerici"likle yaftalarlar. Namaz kılan, oruç tutan, onların nezdinde mürteci; kadınların onlardan farklı olan giysileri ve başlarına taktıkları, onlara göre en korkunç irtica alâmeti ve bir uğursuzluk emâresidir. Millet sevgisinden mi bahsettiniz; artık siz onlara göre birer faşistsiniz.

Evet, bütün güzel şeyler onların yanında münkerdir. Âdeta milletin maruf kabul ettiği her şeye karşı onların alerjisi vardır; vardır çünkü bu, nifakın bir muktezasıdır.. ve nifak, iç-dış bütünlüğüne eremeyen insanların düştüğü derekedir. Kur'ân'ın ifadesiyle onlar cehennemin en dibine namzet zavallılardır. " ; hayır, hayır onlar hayvan değil, hayvandan da aşağıdırlar" (A'raf, 7/179) beyanı, tam onları çerçeveleyen bir resimdir.

Mü'minlere Düşen Vazife

Bu itablarla mü'minler, sorumluluklarını yerine getirerek kendilerini bu duruma düşmekten korumalıdır. Korumak için de sürekli birbirlerine iyiliği emredip ona teşvikte bulunmalı kötülüklerden de birbirlerini sakındırıp onlardan vazgeçirmeye çalışmalıdırlar. Kendi hayatları adına nifaka düşmekten tir tir titredikleri gibi, dostlarının da böyle bir akıbete dûçâr olmasından titremeli ve hem kendilerini hem de içinde yaşadıkları cemiyeti uyanık ve müteyakkız tutmalıdırlar. İşte bunlar yukarıda da işaret ettiğimiz gibi onların mü'min olmalarının ayrılmaz bir vasfıdır.

Zaten, huzurlu bir toplum olabilmek için, münkerin en küçüğünün dahi yaşamasına fırsat verilmemelidir. Aksine, önce küçük görünen bir münker, kısa zamanda öyle yayılır ve öyle sâri bir illet hâline gelir ki, bazen bütün bir cemiyeti, bütün bir milleti, hatta topyekûn insanlığı tehdid eden, mahv u perişan olmalarına sebebiyet veren bir vebâ hâlini alabilir. İçtimaî bozukluklar hep küçük görünen münkerâtın yaygınlaşmasından meydana gelmiştir. Tarihe bu zaviyeden baktığımızda, tekerrürü aynı akıbeti doğuracak nice içtimaî tefessühler görmemiz mümkündür. Zikredeceğimiz şu hadîs, bu tür kokuşmaların tarihî tahlili açısından çok mühimdir.

Allah Resûlü (s.a.s) buyuruyor:

"İsrâiloğullarına, içtimaî çöküntü şöyle girmiştir: Bir kişi diğerinde gördüğü bir kötülük üzerine, "Ey filan, bu işi terk et, bu sana helâl değildir" derdi. Ertesi gün de gelir, o adam aynı münkeri işliyor olmasına rağmen, onunla dostluğunu devam ettirir; onunla beraber oturup kalkar, beraber yer içerdi. Bunun üzerine Allah (c.c) onların kalblerini birbirlerine çaldı." Sonra da Allah Resûlü (s.a.s):

"İsrâiloğullarından inkâr edenler, Davud'un ve Meryemoğlu İsa'nın diliyle lânetlenmişlerdir. Bu, onların baş kaldırmaları ve aşırı gitmelerinden dolayı idi. Onlar birbirlerinin yaptıkları fenalıklara mani olmuyorlardı. Yapmakta oldukları bu iş ne kötü idi" (Mâide; 5/78,79) âyetini okuyarak şöyle buyurdu: "Hayır, vallahi, muhakkak marufu emredip münkerden nehyetmelisiniz ve yine muhakkak zalimin elinden tutup onu hak çizgisine getirmelisiniz." Burada, kötülüğe pasaport veren bir kısım İsrâiloğulları'nın durumu dile getirilirken, mü'minler aynı akıbetten sakındırılmakta ve böyle bir duruma düşmemeleri için tenbihte bulunulmaktadır. Zaten bu gibi vak'aların rapor edilmesinde her zaman bir kısım hikmetler söz konusudur.

Vak'a şu şekilde de tahlil edilebilir: İşlenen bir münker (kötülük) görülmüştür. Münker işleyeni ikaz eden şahıs, zatında o münkerin karşısındadır.. ve ilk gün o münker işleyeni ikaz etmiştir. Ancak, devamlılık ve sebat isteyen böyle bir mevzuda o hiç de öyle davranmamış; münker işleyenin o işte ısrar etmesine karşılık, diğeri metafizik gerilimini koruyamamış ve o şahsa yanaşarak onunla yemiş-içmiş, sohbet etmiş ve dostluğunu devam ettirmiştir. Kalbiyle buğzetme, îmanın varlığına son işaret ve alâmetken o, bu kadarcık bir canlılık bile gösterememiştir. Böylece, karşısında direnç gösterecek hiçbir unsur kalmadığı için, o kötülük de cemiyet içinde yayılma zemini bulmuştur. Ve Cenâb-ı Hakk da onların kalblerini birbirine çarparak eşitlemiş ve denkleştirmiştir.

Özetle

  • Münafıkları birbirine bağlayan tek bağ menfaattir. Menfaatlerine zerre kadar zarar gelecek olsa, hemen aynı gruplar arasında kıyasıya vuruşma başlar.
  • Milletin iyi ve güzel kabul ettiği her şeye karşı onların alerjisi vardır; vardır çünkü bu, nifakın bir muktezasıdır.. ve nifak, iç-dış bütünlüğüne eremeyen insanların düştüğü derekedir.
  • Mü'minler, nifaktan korunmak için sürekli birbirlerine iyiliği emredip ona teşvikte bulunmalı kötülüklerden de birbirlerini sakındırıp onlardan vazgeçirmeye çalışmalıdırlar.

En Büyük Vazife İhmal Edilmemeli

İslâm tarihinde, tebliğ vazifesinin mü'minlik şiarı olduğuna delâlet eden çok hâdise vardır. Onlardan biriyle bu faslı açmak istiyorum. Bu hâdise Hz. Ebu Bekir (r.a) ile ilgilidir. Hz. Ebu Bekir (r.a) bir gün kendini dinleyenlere şöyle seslenir: "Ey îman edenler! Siz kendinize bakın, siz doğru yolda iseniz, herhangi bir sapkın kimse size zarar veremez..." (Mâide, 5/105) âyetini okuyor ama yanlış te'vil ediyorsunuz. Zira ben Allah Resûlü (s.a.s)'nün şöyle dediğini işittim: "Bir topluluk ki, günah işler ve aralarında onları bu günahtan menetmeye muktedir kimseler vardır; vardır da bu görevi yapmazlarsa, onların üzerine Allah katından bir belâ gelmesi kaçınılmazdır."

Evet, yukarıdaki âyet, "başkalarına karışmayın, siz sadece kendinize bakın" demek değildir. Aksine âyetten anlaşılması gereken mânâ, başkalarının dalâlet ve sapıklıklarını görüşüp konuşurken insanın kendisini unutmamasıdır. Yani, aslında burada ferdî muhasebeye teşvik vardır. İşte Hz. Ebû Bekir (r.a) bu mânâyı en iyi kavrayanlardan biri olarak, Allah Resûlü'nden (s.a.s) naklettiği hadîsi bu anlayışa delil olarak irad etmiştir.

Bu konu ile alâkalı Peygamber Efendimizin (s.a.s) daha birçok hadîsi vardır. Konuya işaret açısından bazılarını kaydetmek istiyorum: Allah Resûlü (s.a.s), Tirmizi'nin rivayet ettiği bir hadîslerinde şöyle buyururlar: "Ya emr-i bi'l-maruf nehy-i an'il münker yaparsınız; ya da Allah size azap gönderir, (gönderir de) duâ edersiniz; artık duânız kabul edilmez."

Yine Tirmizi'nin rivayet ettiği bir başka hadîste, yukarıdaki sözler aynen tekrar edilir ve şu ilavede bulunulur: "... Allah başınıza şerirlerinizi musallat eder. Sonra hayırlılarınız duâ eder de duâları kabul olmaz."

Şerirler; ayak takımı, işten, idareden anlamaz, din-diyanet bilmez, kitap-peygamber tanımaz ve ne kadar mukaddes bilinen şey varsa, onlarla alay eder saygısız bir güruhtur. Allah (c.c) onları hangi millet ve devletin başına musallat etmişse, artık o millet veya devlet iflah olmamıştır. Cenâb-ı Hakk, imhal eder, mühlet verir; fakat asla ihmal etmez. "Emr-i bi'l-maruf, nehy-i ani'l-münker" yapmama günahının cezasını da, bir müddet geriye atar; ama ceza vakti gelince o insanları kıskıvrak yakalar ve sarsar. İşte o cezalardan bir çeşidi de, milletin başına şerirlerin geçmesi ve kaba kuvvetin onları idare etmesidir ki, bu, Müslümanlar için hak edilmiş bir ceza olur. Bu arada hayırlılar camileri doldursa, duâ duâ yalvarsa, sabahlara kadar gözyaşlarıyla seccadelerini yıkasalar da yine bu ceza müddeti dolmadıkça onlar bellerini doğrultamazlar. Bu İlâhî bir kanundur ve hiçbir zaman değişikliğe uğramayacaktır.

Siz bu ifadeleri, realite planında hayatın bütün üniteleri üzerine serdiğinizde, manzaranın kadimden beri hep aynı olduğunu göreceksiniz. Günümüzdeki durum da, bu tarih-i tekerrürler devr-i dâiminden sadece bir-iki karedir. Camilerdeki duâlar, yanıp yakılmalar, ağlamalar ve feryat etmeler.. ulu divanda kabul görmüyorsa, bu durum bir günahın keffâretinden başka ne ile izah edilebilir ki! Bu günah, üzerinde ısrarla durduğumuz bir kudsî vazifenin ihmal edilişi veya istenen ölçüde yerine getirilemeyişidir.

Sözün Özü

Marufu emredip münkerden menetme, bizim varlık gayemizdi. Bizler bunun için yaratılmıştık.. ve hele hak erleri olarak bizler, yani varlığını hak yola adamış kişiler.. hatta sa'y ve gayretlerinde cenneti dahi esas gaye ve hedef yapmayanlar!. Eğer fırsat ve imkân varsa orada dahi Rabbi anlatmayı, cennetin diğer bütün nimetlerine tercih edecek kadar bu işin aşıkları.. veya mümkünse, cehennem zebanilerine bir şey anlatmak için hiç çekinmeden cehenneme girebilecek hasbî ruhlar!. Evet işte bunlar, yaratılış gayeleri olan bu çok önemli vazifeyi ihmal ederlerse, dünyanın başına gelecek musibet ve belalar vize almış demektir.

Haftanın Duası

Rabbimiz! Sen'in fikr ü zikrinden uzaklaştıracak ne kadar meşguliyet varsa onların hepsinden bizi uzak tut.. bu acz ü fakr içindeki kullarını hiçkimseye muhtaç olmayacağımız, başka hiçbir kapının önünde el açmak sefaletine düşmeyeceğimiz ölçüde fevkaladeden lütuflarınla zenginleştir; zenginleştir Ya Rab, zira hakîkî veren yalnız Sen'sin, biz ise Sen'in kapının önünde bir "nigâh-ı âşina" bekleyip duran kapıkullarıyız. Rabbimiz! Sinelerimize inşirah salmanı, yolumuzu, peygamberan-ı izamın, sıddıkların, şehitlerin ve salihlerin yolu eylemini istirham ediyoruz.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.