Dua ve yakarıştaki güç
Geceler, o tertemiz siyah örtüsüyle bütün bir varlığı sarınca, bir kısım karanlık ruhlar kendilerini her şeyden kopmuş, yalnız ve garip hissederler. Oysaki en karanlık anlarda, en tenha yerlerde, en kimsesiz çöllerde dahi O, hep bizimle beraberdir. O gariplerin enîsi, kimsesizlerin kimsesi ve çaresizlerin çaresidir.
Kırık gönüllerin inkisârını bilen, onulmaz dertlere derman gönderen, ikliminden gelen esintilerle ruhlarımızdaki yalnızlık ve vahşetleri silen yalnız O’dur. O’na yönelen, açılacak bir kapıya yönelmiş olur; O’na yalvaran matlûbuna ermiş sayılır.
Eserlerinde O’nu bilip, vicdanında O’nu duyup tanıyanların, bilip öğrenecekleri başka şey kalmamıştır. O’nun marifetine erenlerin dimağında bilgi parçaları, elmas sütunlar üzerinde fîrûze kubbeler haline gelir. O’nu tanımayan ruhlarda ilimler evhâma inkılâb eder; ilimlere mevzû teşkil eden varlık ise cansız cenazelere dönüşür.
O’na inancın aydınlık ikliminde bütün varlık bir baştan bir başa alabildiğine netleşir; eşya ve hâdiseler üzerindeki duygu ve düşünceler durulardan duru hâle gelir ve her şey akar O’na ulaşır. Bu saf duygu ve düşünceler ile O’na yaklaşıp, O’na yalvarıp yakarmasını bilenler insanların en talihlileridir.
Bunu böyle bilerek, dağ-bayır, çöl-şehir, gece-gündüz yalnızlığını hissettiğin vakitlerde, kalk bütün benliğinle O’na yönel; kalbinin kapılarını O’na aç, büyük-küçük acı ve ızdıraplarını, arzu ve isteklerini bir bir O’na şerhet! Acılarının dindiğini, ızdıraplarının, yerlerini huzurlara, itminanlara bıraktıklarını duyacak ve ruhunun dört bir yandan iltifât esintileriyle sarıldığını hissedeceksin.
Belki, sen O’nu, cismaniyete ait kıstaslar içinde hiçbir zaman görüp duyamayacaksın. Ama O, her lâhza bin bir emare ve işaretlerle varlığını senin vicdanına duyuracak, yakınlığını sana hissettirecek ve yer yer gönlünün dudaklarını tebessümlerle süsleyecektir.
Geceler vâridâta açık yamaçlardır
Geceler bu vâridâta açık yamaçlar gibidir. Kalbini Hak tecellîleri karşısında pırıl pırıl bir ayna haline getiren hakikate uyanmış ruhlar, gecenin gelişiyle seccadelerinde pusuya yatar ve tecellî avına çıkarlar. Sen de yapayalnız kaldığın zamanlarda gecenin yamaçlarını kolla! Oraların Dost’a halvet yeri ve gurbet dakikalarının da halvet zamanı olduğunu bil; bütün hissiyatınla O’nun huzuruna gir ve kalbinin sırlarını bir bir O’na say, dök! Dertlerini sadece O’na aç; O’nun huzurunda inle ve başını O’na giden yollarda ilk eşik sayılan secdegâha koy ve bekle!.. Gönül dünyana doğru iç içe kapıların açıldığını duyacak, O’nun varlığının ışıkları altında eridiğini hissedecek ve deryaya düşen bir damla gibi kendi hesabına kaybolup gidecek, sonra da hesaplar üstü bir kuşakta okyanusların dev dalgaları ile bütünleşeceksin...
Senin varlığın içinde bir iç, için içinde ayrı bir iç ve iç içe içler seni, sürekli, daha derinliklere, daha genişliklere ve daha zirvelere doğru çekip götürecek. Bu iç içe derinliklere yelken açabildiğin ölçüde, kendini ötelerin en baş döndürücü bâkir iklimlerinde, Cennet’in o sonsuza açık yamaçlarında tenezzühe çıkmış gibi duyacak ve her yeni adımda Allah’a yaklaşmanın ayrı bir lütfunu göreceksin.
Dıştan başka bir şey görmeyip, içindeki büyüklüklere, ihtişamlara, derinliklere ulaşamayan ruhlar, sürekli karanlıklar içinde bocalar durur ve bir türlü hasretlerden, buhranlardan kurtulamazlar.
Keşke onlar da, pırıl pırıl bu semâlar kadar derin, cihanlar kadar geniş, kendi mahiyetlerindeki derinlikleri sezebilselerdi!.. Keşke onlar da, gerçek insanlar gibi içlerindeki aydınlığa açık noktaları keşfedip vicdanın dümdüz yollarında, Yüce Yaratıcı’nın gönül gözlerine saldığı ışıklarla o âlemlere ait sırları avlayabilselerdi.
Birer nüve halinde, içlerindeki bu aydınlık yolları bulamayanlara, bir ömür boyu en yüksek hakikatten habersiz yaşayanlara ve maddî mesâfelere takılıp kalarak, sonsuzluk mesâfelerini sezemeyenlere bilmem ki, acısak mı; üzülsek mi; yoksa, gözlerinin açılması için duâduâ yalvarsak mı?..
Ruhun inkişafı için…
Ruhî gelişmenin kendisine göre bazı usul ve prensipleri vardır. Bu prensiplere riayet eden herkeste, o şahsın istidat ve kabiliyeti ölçüsünde bazı mazhariyetler olur. Prensiplerdeki teferruatı bir tarafa bırakacak olursak, ister yogizm’de, ister fakirizmde ve isterse tasavvufta, ruhî melekeleri geliştirmeyi bir usule bağlamak mümkündür. Eskiler bunu şöyle ifade ederlerdi: ‘Kılletü’t-taam, kılletü’l-menam, kılletü’l-kelam, sükût-u müdâm, uzlet ani’l-enâm, zikr-ü müdâm, teveccüh-ü tam.’
Evet, bu yolda az yiyeceksin. Özellikle proteini bol olan yağ, et, yumurta gibi gıdalardan kaçınacaksın. Az içecek, az uyuyacaksın. Zaten Allah Resulü de bütün bu hususlara işaretle: ‘Sizin adınıza en çok korktuğum, göbek bağlamanız, çok uyumanız, tembelliğiniz ve yakîninizin az olmasıdır.’ (Kenzü’l-ummâl, 3/460) buyurmuyor mu? Aslında, sırasıyla bunlar birbirini doğuran neticelerdir. Çok yiyen bir insan çok uyur, çok uyuyan bir insanın da yakîni çok az olur. Aksi neticeler de yine bunların aksinden doğar. Yani, az yiyen az uyur ve az uyuyanın da yakîni gün geçtikçe çoğalır. Öyle ise bu neticeye ulaşmak isteyenler, mutlaka az yemeli, az uyumalı, hayrete varmalı ve gözlerinin misal âlemine açılmasını temin etmelidirler.
Neticeye ulaştıran şartlardan biri de az konuşmaktır. Hz. Ömer’in (ra) dediği gibi ‘Çok konuşanın sakatatı çok olur.’ (Keşfü’l-Hafâ, 2/374-375) Onun laflarının çoğu işe yaramaz ve bu tür insanlara gayb perdesi aralanmaz.
‘Sükût-u müdâm’ devamlı sessizlik demektir. İnsan, sesini kesip, gözünü, muttali olmak istediği âleme döndürmeli ki, yaramaz her şeyi unutarak ruhunu ulvi âlemlerle irtibatlandırabilsin.
‘Uzlet ani’l-enâm’ ise halktan uzak ve ayrı durmak manasına gelir. İnsan, göz ve kulak vasıtasıyla kalbinin, ruhunun kirlenmesine meydan vermemelidir. Hâlbuki çarşı-pazar ve insanlarla ihtilatta, bunların kirlenmesine sebep olacak faktörler sayılamayacak kadar çoktur. Bu faktörlerin menfi tesirinden kurtulabilmenin en sağlıklı yolu uzlet, yani insanlardan uzak kalmaktır.
‘Zikr-ü müdâm ve teveccüh-ü tam’, neyi anmak gerekiyorsa onu anmaktır. Kimisi Mesih’i, kimisi de Buda’yı anar. Hâlbuki bizler Allah’ı anar ve O’nun yüce adını vird-i zeban ederiz. Böylece teveccüh-ü tam hâsıl olur ve insanın ufkunda yeni menfezler açılır. Bir insanın gayb âlemine muttali olmasının yolu, arz ettiğimiz hususlar gibi şeylere riayetten geçer. Günde üç öğün yemek yiyen, karnını tıka basa doyuran ve kendini gevezeliğe salıp, bilip bilmediği her şeyi konuşan, zikre devam etmeyen ve cemiyet hayatında, çoğunlukla kendisini ilgilendirmeyen mâlâyâniyatla meşgul olan..çok uyuyan ve gaflette boğulan bir insanın, bana niçin gayb perdesi açılmıyor, diye itiraza hakkı yoktur. Zira o, kendini neticeye ulaştıracak yolun erkânına riayet etmemektedir. Menzile varılmaması da gayet normaldir.
Her şeyin bir usulü vardır. Bu usulle beraber, bu mevzu mürşid ve üstad ister. Ben kendi kendime yaptığım riyazat sebebiyle bazı rahatsızlıklara maruz kalmıştım. Bu esnada bana el uzatan bir hak dostu ‘RiyazatMürşid ister, müsaadesiz yapılamaz.’ demişti. Hakikaten daha sonra ben de aynı kanaate sahip oldum. Riyazat yapmak isteyenler, bunu mutlaka bir mürşidin nezâreti altında yapmalıdır. Aksi halde altından kalkılamayacak kadar ağır rizikolar söz konusu olabilir.
Haftanın duası
Dualarımızı kabul buyur ve içine düştüğümüz günah ve hatalardan dolayı bizi azaba maruz bırakma. Efendiler Efendisi’ne, O’nun nezih aile fertlerine ve seçkin arkadaşlarına salât ü selam ederek bunları Senden dileniyoruz, Rabb’imiz! Âmin!
Sözün özü
Hatta o ilk garipler gibi yerlerini terk etmeyi, savaşta cepheyi terk etmekle eş tutmalı ve bir adım bile yerlerinden ayrılmamalıdırlar.
- tarihinde hazırlandı.