Efendimiz'in İnsan ve Toplum Fıtratıyla Çatışmayan Âlemşümul Terbiye Sistemi
Dikkat ve teemmül isteyen bir beyanlarında, amel ve aksiyon adına Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur: إِنَّ اللّٰهَ تَعَالَى يُحِبُّ الْعَبْدَ الْمُؤْمِنَ اْلمُحْتَرِفَ "Allah elinden iş gelen sanatkâr mü'min kulu sever."[1]
Evet, böyledir, zira başka türlü demesi mümkün değildir. Çünkü Allah Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurur: وَقُلِ اعْمَلُوا فَسَيَرَى اللّٰهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ وَالْمُؤْمِنُونَ "De ki: İstediğinizi işleyin; Allah, peygamber ve mü'minler işlediklerinizi görecektir."[2] Yani bir kısım kriterlerle, kıstaslarla, işlediğiniz şeyler değerlendirmeye tâbi tutulacaktır. Mahşerde, yapılan bütün işler sergilenecek ve herkes gelip, buna bir iş denir mi, denmez mi diye teftiş mahiyetinde bakacaktır. İşte insanlar, bu mülâhaza ile amel etmeli.
Bir hadis-i şerifte de şöyle buyrulur: "İş yaptığınız zaman, Allah o işte itkan etmenizi yani sağlam, arızasız ve kusursuz yapmanızı sever."[3]
Söz konusu ettiğimiz âyet, ilme teşvik prensipleri adına üzerinde durulması gereken mucizelerdendir.. ve bence her kitaba sermeşk edilecek bedahettedir. Bu bedahetin bir buuduna; Allah Resûlü'nden gelen ses: إِنَّ اللّٰهَ تَعَالَى يُحِبُّ الْعَبْدَ الْمُؤْمِنَ الْمُحْتَرِفَ "Allah sanatkâr, mü'min kulu sever." şeklindedir.
Diğer bir zayıf hadis ki, اَلْكَاسِبُ حَبِيبُ اللّٰهِ vecizesidir.. evet, çoğumuzun çerçeveletip ev ve dükkânlarımıza astığımız bu zayıf hadis: "Çalışıp kazanan, Allah'ın sevgilisidir." mânâsına gelmektedir.
Evet, Allah, şeriat-ı fıtriyeye uygun ve meşru dairede çalışan, didinen, yorulan ve kazananları sever. İsterseniz meseleyi bir de "Asr sûresi"nin gölgesinde ele alabiliriz. Âkif, bu sûrenin muhtevasını şöyle mısralaştırır:
"Hani ashab-ı kiram "Ayrılalım" derlerken
Mutlaka sûre-i "ve'l-asr"ı okurmuş, bu neden?
Çünkü meknûn o büyük sûrede esrâr-ı felâh.
Başta iman-ı hakikî geliyor, sonra salâh,
Sonra hak, sonra sebat; işte kuzum insanlık
Dördü birleşti mi yoktur sana hüsran artık."
İman, amel-i salih, hakka bağlılık, hakkı tavsiye, sabır, sabra bağlılık, sabrı tavsiye bunların hepsi birer amel ve aksiyondur.. bunları yapan da Allah'ın sevdiği insandır. Hz. Muhammed'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) dünyasında ve O'nun amel ve aksiyon anlayışı içinde çalışma, amellerin en faziletlisi ve Allah sevgisine en çabuk ulaştıranıdır. O asla, "Rahipler gibi kiliselere kapanın, evlenmeyi terk edin, yemeyi içmeyi bırakın, dünyayı boş verin, ta Allah'a vâsıl olasınız!" dememiştir. İnsandaki şehevî gücü almış ve onu makbule, meşrua tevcih etmiş ve şöyle buyurmuştur: تَزَوَّجُوا الْوَدُودَ الْوَلُودَ "Birbirinizi sevebileceğiniz doğurgan kadınlarla evlenin."[4] Başka bir hadislerinde de şunu ihtar etmiştir: تَنَاكَحُوا تَكْثُرُوا فَإِنِّي أُبَاهِي بِكُمُ اْلأُمَمَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ "Evlenin, çoğalın, kıyamet gününde ben sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere karşı iftihar ederim."[5] Yani, siz ne kadar çok olursanız beni o kadar memnun edersiniz. Dönüp arkama baktığımda, arkamda rükû edenleri, secdede kıvrananları, "Allahü Ekber! Allahü Ekber!" sesleriyle coşup kendinden geçenleri görmek beni mesrur ve müferrah eder.
Allah Resûlü, insanlardaki evlenme ve karşı cinse alâka duyma duygusunu güdükleştirmemiş, saptırmamış, hapsetmemiş, dolayısıyla da depresyonlara sebebiyet verecek yollara girmemiştir. O, bu hissi, müsbete, meşrua kanalize etmiş ve bu noktada dahi, ümmet-i Muhammed'i, Allah'ın rızasına ve hoşnutluğuna ulaştıracak yollar vaz'etmiştir. O'nun terbiyesi; fıtratı, tabiatı yönlendirme ve ona yaratılış gayesine uygun hedefler bulma istikametinde olmuştur.
2. Ticaret, Ziraat ve Cihadİşleri dengeleme mevzuunda da O'nun eşi menendi yoktur. Bir hadis-i şeriflerinde O şöyle buyurur:
إِذَا تَبَايَعْتُمْ بِالْعِينَةِ وَأَخَذْتُمْ أَذْنَابَ الْبَقَرِ وَرَضِيتُمُ الزَّرْعَ وَتَرَكْتُمُ الْجِهَادَ سَلَّطَ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ ذُلاًّ لاَ يَنْـزِعُهُ حَتَّى تَرْجِعُوا إِلَى دِينِكُمْ
"Siz kendinizi îne alışverişine saldığınız; sığırlarınızın ardına takılıp gittiğiniz (yani sadece hayvancılıkla uğraştığınız); sadece ziraatle iktifa ettiğiniz ve cihadı terk ettiğiniz zaman, Allah sizin başınıza öyle bir mezellet indirir ki tekrar dininize dönmedikçe de bu mezelletten kurtulamazsınız."[6]
Îne alışverişi: Bir şahsın, diğer bir şahıstan peşin olarak bir şey satın alıp, sonra da aynı adama onu daha pahalı bir fiyata veresiye satması şeklinde tarif edilmiştir ki, birçok tarifinden sadece bunu vermek yeterli olur, zannederim. Bu ister kapalı bir faiz sayılsın, ister başka bir spekülasyon, Sahib-i Şeriat'a göre mahzurlu... Zannediyorum bu hadisin bize anlattığı, işaret ettiği hususları ancak, sanayi inkılâbı ve sanayi hareketlerinden sonra anlayabildik.. onu da doğru anlayabildi isek.. cihadı, zaten unutmuştuk; sanayi derken ziraat ve hayvancılığı da ihmal ettik ve kendimizi bir başka dengesizliğin berzahında bulduk.
Oysaki, yapılacak şeyi, hem de 14 asır evvel Allah Resûlü haber veriyordu. Ve O, her meselede olduğu gibi, bu meselede de fevkalâde dengeliydi.
Elbette ki, ziraat ve hayvancılık olacaktır. Nitekim bu tür çalışmaları teşvik eden hadis-i şerifler de vardır. Ancak, bütün himmeti bunlara hasretmek, işte doğru olmayan budur.
Şehir hayatına karışmadan, bir dağa çekilip, kendi füyûzat hisleriyle baş başa kalmayı arzulayan insandan tutun da, teşebbüs gücünden mahrum ziraatçi ve hayvancıya kadar şümulü olan bu ifade, bize mühim bir iktisat ve ekonomi dersi vermektedir. Ayrıca, devletler muvazenesinde yerinizi almak için, gerekli caydırıcı gücü elde tutmadığınız, cihadı terk ettiğiniz veya cihadı terk edip de devletler muvazenesindeki yerinizi kaybettiğiniz zaman Allah, size altından kalkamayacağınız bir mezellet musallat edeceğini, tegallüpler, esaretler, tahakkümler altında kalıp ezileceğinizi de hatırlatmaktadır ki, bu durum, yeniden dine dönüp, İslâm'ı hayata hayat kılacağınız âna kadar da devam edecektir.
Verdiğimiz misal, -anlatma darlığı da mahfuz- deryadan bir katredir ve Allah Resûlü'nün bu hususta daha nice sözleri var. Ne var ki biz, bu biricik misalle iktifa edeceğiz. Allah Resûlü, nasıl ki, istidat ve kabiliyetleri tahdit edip sınır altına almamış, öyle de bedenî güç ve kuvvetleri dahi hakir görmemiştir. Görmemiş ve aksine şöyle buyurmuştur:
اَلْمُؤْمِنُ اْلقَوِيُّ خَيْرٌ وَأَحَبُّ إِلَى اللّٰهِ مِنَ الْمُؤْمِنِ الضَّعِيفِ
"Kuvvetli bir mü'min, (beden sıhhatine sahip olan bir mü'min) Allah indinde zayıf mü'minden daha hayırlı ve sevimlidir."[7]
Allah indinde sevimli olmak isteyenler, kalb sıhhatiyle beraber beden sıhhatine, cisim sıhhatiyle beraber ruh sıhhatine de sahip olmalıdırlar. Görülüyor ki, Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem): "Zayıflayacaksınız, perhize gireceksiniz, bedenî güç ve kuvvetinizi kıracaksınız ki Allah indinde makbul olasınız." demiyor. Belki ruhbanlığa, keşişliğe ve papazlığa karşı realiteyi, fıtrî ve tabiî olmayı öne çıkarıyor ve meselelere, tabiatı içinde bir mecra araştırıyor; ve bizi o istikamete kanalize ediyor.
3. İlim Üzerine Bir Mülâhazaİlim ve fikir hayatı adına, Allah Resûlü'nün getirdikleri ve ilim dünyasına kazandırdıkları da, yine O'nun âlemşümul mesajının bir tezahürüdür.
Kur'ân ilme ehemmiyet verir ve bütün insanları açıkça ona teşvik eder: قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لاَ يَعْلَمُونَ "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?"[8] der ve bilenleri, daima bilmeyenlerden, bildikleri ölçüde üstün tutar.
Başka bir âyette: إِنَّمَا يَخْشَى اللّٰهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاءُ denilir.. ve Allah'tan hakkıyla korkanların, Allah'ın âlim kulları olduğu hatırlatılır.[9] Ebû Hanife'ye isnat edilen şâz bir kıraatte, Allah lafzı merfu okunur[10] ve mânâ şöyle olur: "Allah (celle celâluhu), sadece âlim kullarına karşı saygı duyar." Elbette ki bu saygı, münezzeh ve Zât-ı Uluhiyet'e yakışır keyfiyetiyle düşünülmelidir. Kıraat şâzdır. Fakat, mânâya bir buud kazandırması bakımından, üzerinde durulmaya değer.
Fahreddin Râzî, ilimle alâkalı bir bahsi tahlil ederken, bu hususla alâkalı güzel bir nükte yakalar: "Mâlikî mezhebinin dışında kalan her üç mezhep köpeği 'necisü'l-ayn' kabul eder." Yani köpek, bütünüyle necistir, pistir. Dolayısıyla evlerde bulundurulması doğru değildir. Ancak köpek, "kelb-i muallem"olursa yani kendisine av avlama öğretilmiş ve koyunları bekleme talim edilmişse, o zaman durum değişir. Onun ağzına alıp getirdiği av yenir. Sürtünüp dolaştığı yerler pâk kabul edilir ve onun evde bulunması da mahzurlu olmaz...
İmam Fahreddin Râzî burada bir lahza durur ve şöyle der: "Bir kelb bile ilimden sadece av avlama işini öğrenir.. ve öğrenmekle de necisü'l-ayn olmaktan çıkarsa, hatta insanlar içinde âdeta aile fertlerinden bir fert hâline gelirse, ilim öğrenen insanın, nasıl zirvelere ulaşacağını varın siz kıyas edin."[11]
İşte şeriatın anlayışı, işte din-i mübinin mesajı ve işte Hz. Muhammed Mustafa (sallallâhu aleyhi ve sellem) ile gelen şeyler!
Allah'ı bilmeyenler cahillerdir. Allah'ı bilen ve Allah'a inkıyat eden herkes "âlim"dir. Şeriatın ve dinin ifadesine göre, Allah tanımaz, peygamber bilmezlere "âlim" denemez. Allah'ı tanıyan ve peygamberi bilenler ise az da bilseler, bir mânâda âlim sayılırlar ve Allah; peygamberini, haşri neşri, kitapları, öldükten sonra dirilmeyi, Cennet'i ve Cehennem'i bilenlere karşı, saygı ne mânâya geliyorsa ve saygıyla ne yapılacaksa, işte onu yapacaktır. يَخْشَى kelimesinin lâzımı murad kabul edilecek olursa, böyle bir tefsir yapmamızda mahzur olmasa gerek...
Fikir adına sadece تَفَكُّرُ سَاعَةٍ خَيْرٌ مِنْ عِبَادَةِ سَنَةٍ mübarek sözünü söylemekle iktifa edeceğim. "Bir saat tefekkür bir sene ibadetten daha hayırlıdır."[12]
Batı bunu ne gördü ne buldu ne de henüz bu noktaya ulaşabildi, bir saat sistemli düşüneceksiniz, bir şeyler bulup insanlığın yararına sunacaksınız veya kalbî ve ruhî hayatınız adına, ukbâ ve ebedî saadet hesabına müspet, mahzursuz, meşru bir iklimde düşünceye dalacak, sonra da düşünce muhassalanızı dünya ve ukbâ buudlarıyla değerlendireceksiniz.. evet, işte bunları yapabildiğiniz takdirde bir sene ibadet sevabı kazanacaksınız.
Yıllar var ki biz düşünmeye yabancılaştık ve bu derin ve buudlu ibadetten uzaklaştık veya uzaklaştırıldık. Bu uzaklaşmada, kabahat İslâm'a ait değil, Müslümanlara aittir. Hz. Muhammed Mustafa (sallallâhu aleyhi ve sellem) düşünce kapılarını, pencerelerini sonuna kadar açık bırakmış ve اُدْخُلُوهَا بِسَلاَمٍ آمِنِينَ "Oraya emniyet içinde girin!" buyurmuştu. Biz ilme ve düşünceye yabancılaşınca sığlaştık, basitleştik. Ve Batılılar karşısında, muvazenedeki yerimizi koruyamadık; dolayısıyla da söz onlara geçti. Tabiî biz de onları dinler duruma düştük. Ama inanıyorum ki temelinde mânâ, kökünde asalet ve rasanet olan bu millet, bir gün yine serpilip gelişecek, devletler arasındaki muvazenede yerini alacaktır.
Evet, Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir ahlâk, bir terbiye mesajıyla gelmişti. Ama O, bu işi, insanlardaki istidatları, kabiliyetleri güdükleştirmeden, saptırmadan, onları olduğu gibi ele alarak yapmıştı. Bu da o günkü insanlara müthiş cazip gelmiş ve onlara hareket kazandırmıştı. Çünkü O'nun terbiye sisteminde insan fıtratıyla çatışma, zıtlaşma yoktu. O'nun her mesajı itici bir fonksiyon eda etmekteydi. Hem de O, icraatını öyle bir cemaat içinde gerçekleştiriyordu ki, o cemaat ne ahlâk ne de terbiye adına hiçbir şey bilmiyordu.
[1] Taberânî, el-Mu'cemü'l-evsat, 8/380; Beyhakî, Şuabü'l-iman, 2/88.
[2] Tevbe sûresi, 9/105.
[3] Ebû Ya'lâ, Müsned, 7/349; Taberânî, el-Mu'cemü'l-evsat, 1/275.
[4] Ebû Dâvûd, nikâh 4; Nesâî, nikâh 11.
[5] Abdürrezzak, el-Musannef, 6/173.
[6] Ebû Dâvûd, büyû 56; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/84.
[7] Müslim, kader 34; İbn Mâce, mukaddime 10; zühd 14.
[8] Zümer sûresi, 39/9.
[9] Fâtır sûresi, 35/28.
[10] Kurtubî, el-Câmi' li ahkâmi'l-Kur'ân, 14/344; Kasımî, Mehâsinü't-te'vil, 14/4984; İsmail Hakkı Bursevî, Ruhu'l-Beyan, 7/344.
[11] Râzî, Mefâtîhu'l-gayb, 2/193-194.
[12] Aclûnî, Keşfü'l-hafâ, 1/370.
- tarihinde hazırlandı.