Duyu Organları Olmadan Gören, İşiten ve Koku Alanlar

Duyu organlarının aracılığı olmadan görme, işitme, koku alma gibi hadiseler de yine madde ve fizik ötesi varlıkların ve bilhassa ruhun mevcudiyetine bir delildir.

Mevlana bir beytinde şöyle der:

'Zerreha didem dehenşan cümle baz,
Gerbu guyam hordeşan gerged duraz.'

Mevlâna 7 asır önce yaşamış bir İslâm mutasavvıfıdır. Onun devrinde kimsenin ne mikroptan ne de mikroskoptan haberi vardı. Fakat Mevlâna, mikropları ve onların neler yediklerini, nasıl beslendiklerini gördüğünü söylüyordu. Mevlâna bütün bunları nasıl görmüştü? Bu görmeyi maddi gözle izah mümkün müdür? Elbette Mevlâna, gördüklerini, maddenin ötesinde bir ruhî gözle görüyor ve müşahede ediyordu. Meseleyi başka türlü izah etmek de imkânsızdır.

Ancak bu çeşit müşahedeler elbette herkese mahsus değildir. Bunun için insanın ruhen duruluğa ermesi ve o işe hazır hale gelmesi gerekir. Ayrıca müşahede de şahsın, o anda elde ettiği durum ve kazandığı pozisyon da çok mühimdir. Onun içindir ki, aynı mecliste birinin gördüğünü diğerleri göremeyebilir. Çünki göremeyenler o anda görme pozisyonuna girememişlerdir.

Ahmed b. Hanbel ve Taberani'nin ortaklaşa anlattıkları bir vak'a, dediğimiz hususu daha da net ispat eder mahiyettedir. Vak'a şudur:

Hz. Abbas yanına oğlu Abdullah'ı da alır ve beraberce Allah Rasûlü'nü ziyaret maksadıyla mescide gelirler. O esnada Allah Rasûlü, yanında oturan bir başka kişiyle ciddi bir meseleyi müzakere etmektedir. Onun için de Hz. Abbas ve oğluyla ilgilenemez. Bunun üzerine Hz. Abbas belki de biraz buruk olarak oğluyla dışarıya çıkar. İbn-i Abbas (ra), babasına: 'Baba! Allah Rasulü'nün yanında bulunan adamı görmedin mi? Şimdiye kadar o kadar güzel yüzlü birini görmedim.' der. Hz. Abbas: 'O mu, Allah Rasulü mü güzel?' der. İbn-i Abbas: 'O' deyince, 'Hadi gidelim, soralım' derler ve beraberce geriye döner, mescide girerler. Olan hadiseyi aynen Efendimize naklederler. Allah Rasûlü, İbn-i Abbas'a sorar: 'Sen benim yanımdaki şahsı gördün mü?'

O, 'Evet ya Rasulallah, gördüm' der. Ve Allah Rasûlü biraz evvel yanında bulunan şahsın Cibril olduğunu ve kendisi hakkında söylediği müsbet şeylerden bahseder. (1)

Hz. Abbas o esnada görme pozisyonunda, kuşağında olmadığı için Cibril'i (as) görmemiştir. Halbuki yanında bulunan oğlu Abdullah b. Abbas (ra) onu müşahede etmiştir. Demek ki, görmek için, görme durumunu kazanmak şarttır. Sözün burasında, hemen şu noktaya intikal edelim: İnsan Allah'ı görme durumuna ulaştığı zaman O'nu da görecektir. Bu da insanın Rahmet ve Uluhiyet alemiyle rezonans olmasıyla alakalıdır. Dünyada iken hiç kimse Allah'ı göremez. Görenler hayal görmüşlerdir. Gördüm diyenler hata içindedirler, Nâmütenahi (sonsuz) olan, sınır tanımaz ki, mütenahi (sonlu) olanlar tarafından görülsün.

Ama mesele bir hüviyet kazanma ve varlığımızla orada zuhur etme meselesidir. Muhbir-i sadıkın ifadesiyle: 'Biz Cennette Allah'ı görecek ve her görüşle değişeceğiz. Cenab-ı Hakk'ı müşahede ederken apayrı alemlere gireceğiz. O'nu Cennetten göreceğiz; ama ne Allah Cennet içinde muhat ne de O'nun tecellisi sadece Cennet'e münhasırdır. Biz Cennete girdiğimiz zaman -inşaallah- bu âlemin buudlarından çıkmış olacağız. Ne üç buudlu mekan ne de tek buudlu zaman artık bizi hapsedemeyecektir. Yukarılarda uçuyor gibi bir atmosfere girecek ve işte o zaman Cenab-ı Hakk'ı müşahede edeceğiz.

Mü'min olarak bizler, en az fiziğe inandığımız kadar, fizik ötesine de inanırız. Katiyyen biliriz ki, eşyada hakikat adına seyrettiğimiz şeyler, esasen onların arkalarındaki gölgelerinden ibarettir. Ne var ki, nazarı sathî, kalbi kapalı ve duyguları körelmiş kimseler, daha çok bu gölgeler üzerine konar kalkarlar.

Vicdan, eşyanın özüne uyandığı, onun dış yüzüne bağlı kalmayıp perde arkasına nüfuz ettiği nispette, insanın kalbi, ruhu, beyni, hisleri ve bütün melekeleri daha bir derinliğe ulaşırlar. Bu durumu kazanan bir insan ise artık gözünü kullanmadan da görebilir, kulağını kullanmadan da işitebilir ve burnunu kullanmadan da koku alabilir. Peygamber Efendimiz (sav) 'Saflarınızı düzgün tutunuz. Şeytanın aranızda gezdiğini görüyorum. Ben önümü gördüğüm gibi arkamı da görürüm' (2) buyurarak bu hakikate işaret etmiştir. Yine bu meyanda, Hz. Yakub (as), Hz. Yusuf'un (as) kokusunu çok uzak mesafeden hissetmiştir. (Yusuf, 12/94) Hz.Ömer, on günlük mesafedeki ordularının baş komutanına, savaş esnasında taktik vererek 'Ey Sâriye! Dağ tarafına, dağ tarafına' (3) demiştir. Ve sesini bu uzun mesafeden Hz. Sâriye'ye duyurmuştur. Bu mevzuda günümüzden de yüzlerce misal getirmek mümkündür. Burnu ile duyup, topuğu ile koku alanlar, parmak uçlarıyla veya ayaklarıyla görenler çoktur. Bu v.b... tecrübeler göstermiştir ki insan, belli bir ruh haletini kesbedince, fiziki bedene ait fonksiyonların hepsini, fiziki uzuvlara ihtiyaç duymadan da eda edebilecektir.

Nedir bütün bunlar? Neyi ispat etmektedir? Allah, görmek için gözü, konuşmak için ağzı, koklamak için burnu, duymak için de kulağı yaratmıştır. Ama bunların hiçbiri, ruhu bağlamamaktadır. Gerektiğinde ruh, rüyalarda olduğu gibi kendi dilini ve kendi alfabesini kullanır. Bunlarla duyup, bunlarla görür ve konuşur. Günümüzde 'telestezi' başlıbaşına bir araştırma sahasıdır. Ve bu sahada elde edilen tecrübeler, her kuvveti maddeye bağlı ve maddeden doğmuş, maddenin bir buudu kabul eden maddeci zihniyeti biraz daha çıkmaza sokmaktadır. Zira bu vaka'ların hiçbirini madde ile izah etmek mümkün değildir. 


[1] Ali el-Müttaki, Kenz, 13/458
[2] Ebu Davud, Salat 93, 98; Nesei, İmame 28
[3] Keşfü'l-Hafa, 2/380
Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.