İlim Bizi Tasdik Ediyor

İlim adamları, üniversite mahfilleri de artık madde ve fizik ötesi güç ve kuvvetlerin olabileceğini kabul etmekte... Eskiden ise bu tür meseleleri dinlemeye dahi tahammülleri yoktu. Hele dindar insanların ağzında dolaşan bazı kerâmetvâri hadiseleri hemen peşin hükümlerle 'hürâfe' deyip geçiyorlardı. Halbuki aynı cins hadiseler, bir kısım keyfiyet farkı olmakla beraber, Batılı ilim adamları tarafından nakledilince, bizimkiler 'kabul' deyip teslim oluyorlar. Bu da elbette onlar adına bir terakki sayılır. Ancak henüz bu kabullenişler, istenen seviyeye ulaşmış değil. Gönül isterdi ki artık onlar da bizim üzerinde durduğumuz meselelere sahip çıksın ve düşünce sistemlerine ayrı bir buud kazandırsınlar! Evet, herşeyin maddeden ibaret olmadığını onlar da görsün ve ilim diliyle bunu cihana ilan etsinler!

Söz buraya gelmişken, bizzat müşâhidi olduğum bir vak'ayı nakletmeden edemeyeceğim:

Sinir mütehassısı olan bir arkadaşımız bulunduğum yerde yedek subaylık yaparken, bir zamanlar şahid olduğu bir vak'ayı bana aynen şöyle anlatmıştı: 'Bir yerde fincan kullanarak ruhları çağırıyorlardı. Bu fincan belli harflere uğrayarak sorularımıza cevap veriyordu. Ben elimi fincanın üzerine koydum, fincanın hareket ettiğini gördüm. Fincanın, masa üzerindeki harflerin, rakamların karşısına gittiğini dikkatle takip ettim. Derken, bir aralık ruhları çağırıyorduk ki, oraya şeytan geldi. 'Kimsin?' dedik. 'Şeytan' diye yazdı. Hepimiz ürperdik. Hazret-i Âdem'den beri, insanlığın bu ezelî hasmı, hem de davet edilmeden gelmişti. Sordum:

-Sana Meyve'nin Altıncı Meselesini okusam dinler misin?

-Dinlerim, dedi ve okumaya başladım:

-'Hem nasıl ki, bir harika şehirde milyonlar elektrik lambaları hareket ederek her yeri gezerler, yanmak maddeleri tükenmiyor bir tarzdaki bu elektrik lambaları ve fabrikası, şeksiz bedahetle elektriği idare eden, lambaları yapan, fabrikayı kuran ve iştial maddelerini getiren bir mu'cizekâr ustayı ve fevkalâde kudretli bir elektrikçiyi hayretler ve tebriklerle tanıttırır... Yaşasınlar ile sevdirir.' Sözün burasında 'Nasıl buldun?' diye sordum.

-Evet güzel, dedi. Okumaya devam ettim:

-'Aynen öyle de, bu alem şehrinde dünya sarayının damındaki yıldız lambaları, bir kısmı -kozmoğrafyanın dediğine bakılsa- küre-i arzdan bin defadan daha büyük ve top güllesinden yetmiş defa daha süratli hareket ettikleri halde, intizamını bozmuyor, birbirine çarpmıyor, sönmüyor; yanma maddeleri tükenmiyor. Okuduğunuz kozmoğrafyanın dediğine göre, küre-i arzdan bir milyon defadan ziyade büyük ve bir milyon seneden ziyade yaşayan ve bu misafirhane-i Rahmaniyye'de bir lamba ve soba olan güneşimizin yanmasının devamı için, her gün küre-i arzın denizleri kadar gazyağı ve dağları kadar odun yığınları lazımdır ki sönmesin... Onu ve onun gibi ulvî yıldızları gazyağsız, odunsuz, kömürsüz yandıran ve söndürmeyen ve beraber çabuk gezdiren ve birbirine çarptırmayan bir nihayetsiz kudreti ve saltanatı, ışık parmaklarıyla gösteren bu kâinat şehr-i muhteşemindeki dünya sarayının elektrik lambaları ve idareleri ne derece o misalden daha büyük, daha mükemmeldir... Öyle de sizin okuduğunuz veya okuyacağınız fenn-i elektrik mikyasıyla bu Meşher-i A'zam-ı Kâinatın Sultan-ı Münevveri'ni, Müdebbiri'ni, Sânii'ni, o nûrânî yıldızları şahit göstererek tanıttırır, tesbihatla, takdisatla sevdirir, perestiş ettirir.' Buna karşı, çok şiddetli bir şekilde 'Hayır hayır!' yazdı.

-Şimdi iyi dinle: 'Nasıl ki mükemmel bir eczane ki, her kavanozunda harika ve hassas nizamlarla alınmış hayattar macunlar ve tiryaklar var. Şüphesiz gayet maharetli ve kimyager ve hakîm bir eczacıyı gösterir.' Tamam mı?

-Tamam.

-'Öyle de, küre-i arz eczanesinde bulunan dörtyüz bin çeşit nebatat ve hayvanat kavanozlarındaki zîhayat macunlar ve tiryaklar cihetiyle, bu çarşıdaki eczaneden ne derece ziyade mükemmel ve büyük olması nisbetinde, okuduğunuz fenn-i tıb mikyasıyla küre-i arz eczane-i kübrasının eczacısı olan Hakim-i Zülcelal'i hatta kör gözlere de gösterir, tanıttırır.' Bir şey sormama lüzum kalmadan itirazı bastı:

-Hayır, hayır!..

Evet, ben okurken o, misallere 'evet', misallerin gösterdikleri hakikatlara 'hayır' çekip durdu. Ve sonra, kendisine 'Cevşen okuyayım mı?' diye teklif ettim. 'Oku' dedi. Ben Cevşenü'l-Kebir'i okurken, fincanın üzerine elimi koydum, o kadar sür'atli hareket ediyordu ki, parmağımla zabtedemiyordum. Bir aralık düştü. Hatta bir aralık 'bırak şu gırgırı' diye de yazıvermişti.

Beyin mimarımız diyor ki: 'Şu asırda bir kısım kimseler maddî vücudlarını atıverseler, şeytan olurlar. Şeytanlar da maddî vücud giyseler bu devirdeki bir kısım insanlar gibi olurlar.'

İşte bu fincan deneyinde de aynı netice görülüyor. Şeytan, Cevşen okunurken, 'Bırak şu gırgırı' diyor. Cevşen'den rahatsız oluyor. İnsî hemcinslerine nasıl da benziyor!..

Bazıları 'ruh çağırıyoruz' diyorlar.. herhalde gelenlerin cinler olması ihtimali daha güçlü. Böylece bunlar, cinne, şeytana maskara oluyorlar. Bu iş daha ciddi, daha derin ele alındığı zaman, belki faydalı şeylere medar olabilir, zannediyorum. Şimdikilerin yaptıkları ise maskaralıktan başka birşey değil.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.