Dünyayı Islah Etmek İsteyenler Önce Kendilerinden Başlasın

Okullar, cemiyette barışçı bir hayata kaynaklık edebilir mi? Bu gayeyi gerçekleştirebilmek için eğitimi okul sistemimizde nasıl kullanabiliriz?

İnsan, ne sadece cesetten, ne sadece akıl ve muhakemeden, ne sadece hislerden ve ne de sadece ruhtan ibaret bir varlıktır. O, pek çok ihtiyaçlar ağında kıvranan cesedi; cesetten daha derin ihtiyaçları olan ve başına geçmişin elemlerini ve geleceğin endişelerini saran, ayrıca, bütün varlığı kurcalayarak, onu "Ben neyim? Bu dünya neyin nesidir? Hayatın ve ölümün benden istediği nedir? Beni dünyaya kim, hangi maksatla göndermiştir? Nereye gidiyorum ve bu hayatın hedefi nedir? Bu dünya yolculuğunda rehberim kimdir?" sorularına cevap aramaya iten aklı; akıldan daha öte tatmin isteyen hisleri ve ona öz insanî hüviyetini kazandıran rûhu ile bütün, yani komple bir varlıktır. Bence, bütün sistemlerin veya gayretlerin etrafında döndüğü insan, her yönüyle komple bir varlık olarak ele alınıp değerlendirildiği ve bütün ihtiyaçları tatmin edildiği zaman gerçek mutluluğa ulaşabilecektir. Bu noktada onun gerçek terakkî ve asıl varlık yönüyle tekâmülü de ancak eğitimle mümkündür.

İnsan, her şeyi öğrenmeye muhtaç bir halde dünyaya gelir. Onun bu misafirhanedeki aslî vazifesi, daha sonra yüce âlemlerde hayat sürmeye ehliyetini ispat etmek için düşüncede, tasavvurda ve davranışta istikamet ve duruluğa ermek; kalb ve rûhu işlettirmek, bütün melekelerini faaliyete geçirmek, binbir esrar ve bilmecenin kol gezdiği iç ve dış âlemlerle kucaklaşarak, varlığın sırrını kavramak ve böylece gerçek insanlık semâsına yükselebilmektir. Bu sebeple, şimdiye kadar mümkün olmasa da, şu anda olsun aklın veya zihnin aydınlanmasını ilimde, ruhun ve kalbin aydınlanmasını inanç ve fazilette gören bir eğitim anlayışı geliştirmek durumundayız. Öğrenciyi bu şekilde ilim ve inanç kanatları üzerinde yükseltecek ve insanlığa hizmetle Allah'ın rızasını kazandıracak böyle bir anlayışın nesillere kazandıracağı çok şey vardır. En azından ilmi, faydalı hale getirmenin yanında zararlara yol açmasına, bu arada öldüren bir silah olarak kullanılmasına sebep teşkil eden materyalizmden kurtaracaktır. Yine, böyle bir anlayış, Einstein'ın ifadesiyle, dinin topal, ilmin de kör olmasının önüne geçecektir; evet o zaman, din akıldan, hayattan ve ilimden kopuk, fertlerin ve milletlerin arasına duvarlar çeken bir taassup müessesesi olmayacaktır.

Zaman zaman temas ettiğimiz üzere, kitle haberleşme ve seyahat vasıtalarındaki çok önemli gelişmeler neticesinde dünya globalleşmektedir. Artık milletler, birbirleriyle kapı komşuları haline gelmiş bulunmaktadırlar. Fakat bu demek değildir ki, milletler ve birtakım millî hususiyetler ortadan kalkacaktır. Tam aksine bütün bunlar var olmaya devam edecek, fakat çatışmaya yol açan değil, milletler ve ülkeler mozayiğinin güzelliğine katkıda bulunan unsurlar olarak kalacaklardır. Bizim halkımız arasında, "Komşu, komşunun külüne muhtaçtır." diye bir söz vardır. Eğer başkalarına verecek külünüz yoksa, kimse size bir değer atfetmeyecektir. Oysa, her milletin başkalarına vereceği ve onlardan alacağı çok şey vardır. İşte bu güzel alışverişin en önemli vasıtası eğitimdir ve eğitim müesseseleridir.

Afrika ile ilgili sorulara cevap verirken temas edildiği üzere bizim üç büyük düşmanımız cehalet, fakirlik ve tefrikadır. Cehalet eğitimle, fakirlik çalışma ve sermayeyle, tefrika ve bölücülük ise ancak birlik, diyalog ve hoşgörüyle yenilebilir. Bununla birlikte, insan hayatındaki bütün problemler gidip neticede insana dayandığı için bütün bu problemleri aşmanın birinci yolu yine eğitimdir.. ve eğitim insanlara hizmet etmenin de en önemli yoludur. Bugün global bir köyde yaşadığımıza göre, insanlığa hizmet ve başka medeniyetlerle diyalog, yine öncelikle eğitimden geçmektedir.

Eğitimle akıl ve tecrübeye aynı değeri veren, akıl ve tecrübeye verdiği değeri vicdan ve iç müşahededen esirgemeyen bir nesil yetiştirmeliyiz. Bu nesil, her şeyde mükemmeli arayacak, bu dünya ile öbür dünya dengesini kuracak ve kalp ile kafayı birleştirecektir. Yine bu nesil düşünecek, araştıracak, inanacak ve manevî hazlarla coşacaktır. Modern imkânları en üst seviyede kullanmasının yanı sıra, ahlâkî ve manevî değerleri de ihmal etmeyecektir. Gerçeğe âşık ve emniyetin temsilcisi olacak olan bu nesil, dünyevîliğe, konfora ve lükse prim vermeyecek, Allah'ın bahşettiği bütün kabiliyetleri insanlığın yararına ve mutlu bir geleceğin tohumları olarak kullanacaktır.

Bu yeni nesil en derin manevîliği, en geniş bilgiyi, sağlam düşünceyi, ilim ruhunu ve hikmet üzere aktiviteyi birleştirecek ve öğrendikleriyle asla yetinmeden, bilgisini sürekli artırma yolunda olacaktır. İnsanı insan yapan ahlâkî değerler ve faziletlerle donanmış bu nesil, başkalarını kendine seve seve tercih edecek, yaşama yerine yaşatma sevdasıyla dünyada kalacak ve başkalarının huzuru için gerektiğinde kendisini feda etmesini de bilecektir.

Dinin bugün dünyada birleştirici değil, bölücü bir faktör olduğu söyleniyor. Bu, neden böyle?

Daha önceki benzer soruya verilen cevaba ilâve olarak şunları kaydedebiliriz: Din, bugün maalesef birbirine zıt gibi duran veya görünen din-ilim, bu dünya-öbür dünya, tabiat-İlâhî Kitap, madde-manâ, ruh-beden ikiliğini giderdiği gibi, ilmî materyalizmin sebep olduğu yıkımların önüne set çeken, ilmi gerçek yerine oturtan ve milletler, halklar arasında asırlardır devam eden çatışmalara da son verecek olan vaz'-ı İlâhîdir. Müslümanlar olarak biz, tarihin farklı dilimlerinde farklı milletlere gönderilen bütün peygamberlere ve kitaplara iman eder ve bu imanı Müslüman olmanın aslî şartlarından sayarız. Bir Müslüman, Hz. İbrahim'in de, Hz Musa'nın da, Hz. Davud ve Hz. İsa'nın da ve bütün diğer peygamberlerin de takipçisidir. Herhangi bir peygamber veya kitaba inanmamak, kişiyi Müslüman olmaktan çıkarır. Dolayısıyla, Allah'ın rahmet tecellilerinin ve nimetlerinin bir senfonisi olan dinin temel birliği ve dine inancın evrenselliği ortadadır. Şu halde din, bütün ırkları ve inançları kucaklayan bir sistem, herkesi kardeşlik içinde bir araya getiren bir yoldur.

Takipçileri onu günlük hayatta nasıl tatbik ederlerse etsinler, sevgi, hürmet, hoşgörü, af, insan hakları, barış, kardeşlik ve hürriyet gibi değerler dinin de yücelttiği aynı değerlerdir. Geçmişte dinin bazen ve bazıları tarafından bir ölçüde ayırıcı bir faktör olarak kullanıldığı inkâr edilemez. Fakat burada hata, bizzat dinde değil, kendilerini dine müntesip addeden bazı kimselerdedir. Bununla birlikte bugün artık pek çokları tarafından anlaşılmıştır ki din, aslında birleştirici bir faktördür; bu itibarla da o mutlaka böyle bir fonksiyon eda etmeli ve dolayısıyla müntesipleri arasında bir diyalog gerçekleşmelidir.

Evet, din müntesipleri arasında diyalog elzemdir. Bunun ilk adımı olarak da, geçmişi unutmamız ve muasır bir Müslüman âlimin vurguladığı gibi, dinler arasındaki polemik sebebi hususları bir tarafa bırakıp, çok daha fazla olan ortak noktaları öne çıkarmalıyız. "Bir ayağım merkezde, diğer ayağım ise 72 milleti dolaşıyor" diyen Mevlâna Celâleddin Rumî gibi, hattâ sadece din mensuplarını değil, bütün insanlığı kuşatacak çok geniş bir daire çizmeliyiz. Kaba kuvvetin artık geride kaldığına inanarak ve bunu geride bırakarak, medenîler arasındaki münasebetlerin daima diyalog yoluyla olduğunu, olması gerektiğini unutmamalıyız. Meselelerimizde kalkış noktamız dinî olmalı, dini ideolojik ve siyasi gayelere alet etmemeliyiz. Heveslerimizi de fikirler, daha da kötüsü, dinin talepleri olarak sunmamalıyız. Bunları başardığımız zaman, dinin gerçek imajı da ortaya çıkacaktır.

Dünya insanlığına mesajınız nedir?

Kendimi, başkalarına mesaj sunacak biri olarak görmüyorum. Ama, insanlığın bugünü ve yarını adına son olarak şunları söyleyebilirim:

Daha iyi bir gelecek için, insan oluşun özünde yatan gerçek insanî değerleri keşfetmeye çalışmalıyız. Şahsî hayatın psikolojik, manevî ve zihnî buutlarındaki stres ve bunalımlarla, içtimaî hayattaki gerginlik ve çatışmalardan kurtulmak için de inanmanın, sevmenin, ahlâkî değerlerin, sağlam düşüncenin, ilmin ve manevî eğitimin değerini de yeniden bir kere daha hatırlamalıyız.

İnanmak, gerçeği gerçek olarak tanımak, onun ne ve nasıl olduğunu bilmek demektir; sevgi veya aşk ise, bu bilgiyi hayatta bizzat yaşamaktır. İnanmayanlar ve sevmeyenler, gerçekten hayattan mahrum birer cesetten ibarettirler. İnanç, en önemli bir aksiyon kaynağı, bütün yaratılmışları ruhta kucaklama yolu; aşk ise, gerçek insanî düşüncenin en aslî unsuru ve müteâl (aşkın) boyutudur. Bu sebeple, geleceğin mutlu dünyasını ilim ve ahlâkî-manevî değerler üzerinde yükseltmek isteyenler önce inancın mihrabına gelmeli, sonra aşkın kürsüsüne çıkmalı ve oradan başkalarına inanç ve aşk mesajlarını duyurmalıdırlar. Maksatlarına ulaşmak için de, tesirlerinin ahlâk ve fazilete bağlı bulunduğunu da unutmamalıdırlar.

Ancak aşkla coşanlardır ki, geleceğin mutlu ve aydınlık dünyasını kuracaklardır. Dudaklarında sevgiyle mütebessim, kalbleri aşkla dopdolu, gözleri merhamet gamzeden ve daha başka hassas insanî duygularla açılıp kapanan kahramanlardır ki, kâinattaki her şeyden mesajlar alabileceklerdir.

Dünyayı ıslah etmek isteyenler, önce kendilerini ıslah etmelidirler. Eğer onlar başkalarını daha iyi bir dünyaya yönlendirmek istiyorlarsa, önce iç dünyalarını kin, nefret ve kıskançlıktan temizlemeli, dış dünyalarını da faziletlerle bezemelidirler. Kendilerini kontrol ve disipline edemeyenlerin, duygularını inceltip saflaştıramayanların sözleri ilk anda çekici gibi gelse ve bir şekilde başkalarını da etkiler gibi görünse de, onların uyardıkları duygular çok geçmeden sönüp gidecektir. Son olarak, 4'üncü sorunun cevabında ifade etmeye çalıştığım gibi, asla ümitsiz olmamalıyız. İyilik ve güzellik, doğruluk ve fazilet insan oluşun özünü teşkil eder. Dolayısıyla insanlık, özünü mutlaka keşfedecek ve inanç, aşk, merhamet, diyalog, başkalarını kabul, karşılıklı saygı, adalet ve haklar temelinde yeni bir dünya mutlaka kurulacaktır.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.