İnsanlık, 'Barış İçin Ortak Paydalar'da Buluşabilmeli

Sizce Afrika'nın temel problemleri nelerdir ve bu problemler nasıl çözülebilir?

Bilhassa Asya ve Afrika milletleri için en büyük üç düşman cehalet, fakirlik ve tefrikadır. Bunlara karşı ilim, çalışma ve birlik dinamikleriyle mücadele edilmelidir. Cehalet, ilimle yenilebilir; fakirlik emek ve sermaye ile ve tefrika da diyalog, hoşgörü ve farklı anlayışlara saygı duymakla. Şu husus da belirtilmelidir ki, bütün problemlerin kaynağında bizzat insan yatmaktadır; dolayısıyla da insanı problem olmaktan çıkarıp, onu ve dünyasını huzura kavuşturmanın yolu da eğitimden geçer. Günümüzde en tehlikeli tefrika sebeplerinin başında etnik-ırkî ayrılıklar gelmektedir. Dünyanın gittikçe küçülüp bir köy halini aldığı, ülkelerin bir araya gelip birlikler teşkil ettiği ve evrensel hedeflerin dünyanın her tarafından insanları kendine çektiği günümüzde bu nev'î ayrılıklar, anlaşılması oldukça güç, gereksiz, zararlı davranışlardır.

Ayrılıkları artıran diğer sebepler, ekonomik sahadaki dengesizlikler, kazanma ve gelir dağılımında toplumlararası kapatılamayan uçurumlar, fertler ve gruplar arasında köprü vazifesi görecek müesseselerin bulunmayışıdır denebilir. Ayrıca, idarî mekanizmada kuvvetler ayrılığının tam yerleşmemesi, demokrasinin istenildiği ölçüde işler hale getirilememesi ve kanun-kuvvet-hikmet dengesinin kurulamaması gibi hususlar da bunlara ilave edilebilir. Bunlardan başka, partizanlık, keyfîlik, pek çok şeyin belli fertlerin inisiyatiflerine göre tayin ve tesbiti, idarî ve siyasî sahalardaki daha başka hata ve eksiklikleri de zikredebiliriz. Asya ve Afrika toplumlarının bizatihî varlığını tehdit eden bir diğer tehlike de, sârî hastalık gibi bütün toplumu saran ahlâkî çözülmedir. Öyle ki bu çözülme, bir cemiyeti ayakta tutan bütün esasları temelinden sarsmaktadır. Neticede kitlelerin mukaddeslerine karşı saygısızlık noktasına varmış bulunan inançsızlık, lâahlâkîlik yığınları içten içe kemirmektedir.

Bütün bu yıkıcı faktörlere karşı birlik adına ortak noktalar üzerinde yoğunlaşma ve meseleyi akıl-mantık temelinde ele alma ihtiyacı gibi, yine bütün toplumların maddî-manevî varlıklarının ve saadetlerinin temeli olan birlik adına barışa ve işbirliğine mecburiyet vardır. Bu maksatla da, doğruyu yalnızca kendimizde görme ve başkalarının sahip bulundukları güzelliklere saygı göstermeme bencilliğinden kurtulmak zaruridir. Ayrıca, insanları birbirinden koparan menfaatçiliğe, ırk-renk-etnisite ve kabileye dayalı tefrikalara yol açan sebepleri de mutlaka ortadan kaldırma üzerinde durulmalıdır. Kendi aramızda infiallere kapılmadan, hır-gür çıkarmadan, içtimaî bir mukavelenin gerekliliklerine göre hareket edilmelidir. Bu da, bir defa daha ortak noktaların ve mutlaka birleşmeyi gerekli kılan hayatî unsurların gözden geçirilip tatbik sahasına konulmasıyla mümkün olacaktır.

Afrika milletlerinin ve ülkelerinin varlıklarının devamı ve globalleşen bir dünyada güç dengesinde söz sahibi olabilmelerinin yolu, önce komşularla, sonra arada ortak noktaların daha fazla bulunduğu ülkelerle, ama başka hiçbir ülkeyi düşman hale getirmeksizin ittifaklar teşkilinden geçer. "Tabiî" ittifaklar teşkil etmek ve düşmanlar yerine dostlarla sarılı bulunmak, her ülkenin gayesi haline getirilmeli ve bu mutlaka gerçekleştirilmelidir.

İsrail-Filistin meselesi uzun süredir devam ediyor. Ortadoğu'da Müslümanlarla Hıristiyanlar da birbirlerine güvenmiyorlar. Bu problem nasıl çözülebilir ve bu bölgede insanlar barış ve huzuru idrak edebilir?

İsrail-Filistin meselesi, sadece bu iki tarafı değil, şu anda bütün bölgeyi, hattâ dünya barışını ilgilendiren bir mesele haline gelmiş bulunuyor. Filistin'de bazı teşkilatların İslâm'a atfen yaptıkları pek çok eylemi doğrusu kuşkuyla karşılıyorum. Bilhassa FKÖ'nün, baştan beri inişli-çıkışlı bir çizgi takip ettiği bilinen bir husus. Dolayısıyla bu çizgideki bir mücadelenin Filistin halkına bir şey kazandırdığına/kazandıracağına emin değilim. Bunun ötesinde, meseleyi sağduyuyla ele alma adına zihinlerin tamamen bulandığı ve bir bataklık manzarası arz eden bu durumdan sağlıklı bir neticenin çıkmayacağı da açıktır. Bu itibarla mesele, şu anda en azından mevcut haliyle dinî bir meseleymiş gibi ele alınmamalıdır. Çünkü böylesine karışık bir zeminde dinin yanlış anlaşılıp, yanlışa alet edilmesi de mümkündür. İkinci olarak, din, hem bölgede hem de dünyada barışa hizmet etmelidir.

Meselenin psikolojik buudunu da gözden uzat tutmamalıyız. Yani, üzerinde mücadele verilen topraklar hem Müslümanlar, hem Yahudiler, hem de Hıristiyanlar için mukaddestir. Tarihte bu bölge, peygamberlerin irşad sahaları olmuştur. Bu peygamberlerin pek çoğu İsrail Oğulları içinde gönderilmiş olmakla beraber, onlar dahil bütün peygamberlere inanmak Müslüman olmanın da gereğidir. Müslümanlar da, Yahudiler ve Hıristiyanlar da, bu peygamberleri kabûl ederler. Bunun da ötesinde, İslâm, Hıristiyanlık ve Yahudilik arasındaki temel ortak noktalar, tartışmalı noktalardan az değildir. Bu sebeple, böyle iç içe geçmiş bir beraberlik, barış içinde bir arada yaşamayı gerektirirken, ne yazık ki bazı siyasi faktörler çatışmalara yol açabilmektedir. Bu sebeple, İsrail-Filistin meselesi beynelmilel hukuk çerçevesinde ele alınıp, bütün tarafları memnun edecek ve temel insanî hakları, hürriyetleri ve emniyetleri garanti altına alacak şekilde çözüme kavuşturulmalıdır.

Bazıları, İslâm'ı terörizmle, terörizmi de İslâm'la bir arada ele alıyor. Bu konudaki görüşünüz nedir?

Önce hemen şu noktayı belirtmeliyim ki, Allah'ın gönderdiği din, bunun adı ister İslâm, ister Yahudilik, isterse Hıristiyanlık olsun, bırakın terörü emretmeyi, ona müsaade etmesi bile düşünülemez. Bir defa, Allah nazarında hayat çok önemlidir. Bu bakımdan Allah, gönderdiği din ile, onu korumayı, korunması gereken beş aslî değerden biri saymıştır. Öyle ki İslâm, her bir insan ferdini, başka varlıklara göre bir nev' olarak gördüğü için, tek bir insanı öldürmeyi bütün insanları öldürme, tek bir insanın hayatını kurtarmayı da bütün insanların hayatını kurtarma olarak kabul etmiştir. Ayrıca, hak konusunda, "hakkın küçüğü büyüğü olmaz" diyerek, ferdin hakkı ile toplumun hakkını eşit görmüş, bunlardan birini diğerine feda etmemiştir.

İkinci olarak, İslâm, Müslüman fertlerin hareket ve faaliyetlerinde hedefin meşru olmasını şart koştuğu gibi, bu hedefe giden yolun da meşru olması gerektiğini hassasiyetle vurgular ve meşru bir hedefe gayr-ı meşru yollarla gidenlerin, gitmeye kalkanların maksatlarının aksiyle cezalandırılacaklarını hatırlatır. Bu zaviyeden diyebiliriz ki, terör, herhangi bir İslâmî gayeyi gerçekleştirmede asla vasıta olamaz. Kaldı ki İslâm, bir insanlık realitesi ve beşer tarihinin en göze çarpan bir vakıası olmasına rağmen, savaşı da hoş görmemiş, onu, evveliyetle müdafaa maksadına bağlamış, sonra da, bizzat Kur'an'da geçen "fitne katilden beterdir" prensibi çerçevesinde, savaşları ve temelde savaşa yol açan kargaşaları, düzensizlikleri, zulmü, bozgunculuğu önlemek için meşru saymıştır. Bununla birlikte, onun için insanlık tarihinde ilk defa çok önemli sınırlamalar getirmiş ve çok erken bir dönemde beynelmilel hukuk kaideleri va'z etmiştir. O kadar ki, sahanın mütehassısı İslâm âlimleri tarafından mevzu ile ilgili kitaplar 13 asır önce yazılmıştır. "Allah korkusunu sakın kalbinizden çıkarmayın. Unutmayın ki, Allah'ın tevfîki olmadan hiçbir şey yapamazsınız. İslâm'ın huzur ve sevgi dini olduğunu daima hatırlayın. Rasûlullah'ın (sas) cesaret, yiğitlik ve takvası sizin için daima model olmalı. Ekili tarlaları ve meyve bahçelerini çiğnemeyin. Mabetlerde yaşayan rahiplere, keşişlere, kendilerini Allah'a vermişlere saygı gösterin ve onları incitmeyin. Sivilleri öldürmeyin, kadınlara karşı münasebetsiz davranmayın ve mağlûpların duygularını yaralamayın. Yerli halktan hediye kabûl etmeyin. Askerlerinizi, yerlilerin evlerinde barındırmaya kalkmayın. Beş vakit namazınızı sakın ola kaçırmayın. Allah'tan korkun ve unutmayın ki, ölüm, herhangi bir zamanda, savaş cephesinden binlerce mil uzakta bir yerde de gelip sizi bulabilir. O halde, daima ölüme karşı hazır olun." gibi emirler, tarihte hemen bütün İslâm devlet başkanlarının cepheye gönderdikleri komutanlara hatırlattıkları prensipler olarak tarihe geçmiş ve aynen tatbik edilmiştir. Mecbur kaldığında, ancak bir devletin, belli prensipler çerçevesinde başvurabileceği savaşı, İslâm ve Müslümanlar adına fertler veya örgütler başlatamayacağı gibi, kuralsız, insanlığın korunması gereken değerlerine yönelik ve tamamen emniyeti yok edici terör hadisesinin de İslâm'da yeri olmayacağı açıktır. Bununla birlikte, gerek İslâm dünyasında, gerekse başka yerlerde eğer terör hadiseleri var ise ve devam ediyorsa, önce bunun sağlıklı bir teşhisi yapılmalı, sonra da bu teşhise göre tedavi cihetine gidilmelidir.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.