Türkiye'nin Meseleleri ve Hakan Şükür Olayı
Allah'ın İlmi kürelerden zerrelere kadar her şeyi hem bütün olarak hem de fert fert kapsar; Kader ise, varlıkların ve hadiselerin bu İlim'deki varlığına mahiyet biçer, şekil verir, kimlik giydirir. Kudret de onları, ait bulundukları âlemin sahasına çıkarır.
Beşerî sahada cereyan eden hadiselerde insan iradesinin ve sebeplerin de elbette bir yeri olmakla birlikte, bunlar da Kader'in haricinde değildir. Bazıları sebep ve netice için iki ayrı kader varmış gibi değerlendirmede bulunur ve yanılırlar; oysa sebep ile neticesini, yani hangi sebebin hangi neticeyi doğuracağını tayin eden aynı Kader'dir ve sebep ile neticeyi birbirine bağlayan son derece önemli bağın ismi ise İlâhî Hikmet'tir. Rahmet ve Adalet, bu Hikmet'in en önemli iki atkısıdır. Dolayısıyla Kader'in bütün hüküm ve icraatında adalet, mü'minler için hüküm ve icraatında ise ayrıca rahmet tecelli halindedir.
Türkiye'nin 2002 Dünya Kupası'ndaki başarısını değerlendirirken bu sütunda ifade edildiği gibi, bugün futbol, evet, çok büyük ve belki en yaygın bir endüstri olarak, kitleler üzerinde çok büyük bir tesir sahibidir. Onun bilhassa kitleleri hedefsizleştirdiği veya onlara önemli bir hedef sapması yaşattığı doğrudur. Fakat bir gerçek daha var ki, hayatımızda mutlak hakikatlerden daima daha çok olan izafi hakikatler, yani realiteler görmezlikten gelinemez; ne idealler realitelere feda edilmeli, ne de realiteler idealizm içinde yokmuş gibi muamele görmelidir. Ayrıca, her şeye sahip olduğu değerin üstünde değer vermek zulümdür. Dolayısıyla, futbol da hayattaki asıl gayeye göre ne kadar değer ifade ediyorsa hayatımızda, sözlerimizde ve davranışlarımızda o kadar yer bulmalıdır. Bu çerçevede kalınmak kaydıyla, futbolun kitleler üzerindeki tesirinin, bu "oyun ve eğlence"nin hak bir hedef istikametinde kısmen de olsa kullanılabileceğini ve Türkiye'de bu noktada güzel hizmetlerin verildiğini inkâr etmek de mümkün olmasa gerektir.
Hakan Şükür olayına, Rahmet ve Adalet'in en önemli iki boyutunu oluşturduğu İlâhî Hikmet atkılı Kader ve futbolun hayatımızdaki yeri noktasından baktığımızda, onun Türkiye'nin meselelerine ve onların çözüm yollarına yaklaşmada önemli bir turnusol kâğıdı teşkil ettiği söylenebilir. Kader'in böyle bir fonksiyon için H. Şükür'ü seçmesi ise, onun samimiyetine, içini samimi olarak ve gizleme gereği duymadan dışarıya aktarabilmesine bağlanabilir. Spor medyasını da neredeyse 40 yıldır belli ölçülerde takip eden biri olarak söyleyebilirim ki, Türkiye'de insanımızı ruhundan, asıl kimliğinden uzaklaştırmayı, onu şahsiyetsizleştirmeyi, silikleştirmeyi, gayesizleştirmeyi kendi varlık, beka, inanç ve menfaatinin gereği bilen ve bu sebeple bilhassa İslâm'a temelden karşı bir oligarşi vardır. Bu oligarşi, futbol gibi, sadece bir spor olarak takdim edilen dalda bile herhangi bir İslâmî esintiye tahammül edememekte, o kadar ki, İslâm olmasın da Türkiye ne olursa olsun diye nitelenebilecek bir tavır ortaya koyabilmektedir. Aynı sebeple bu oligarşi, gençlere örnek olabilecek "yıldız"ların da, "ışık"larının sönmesi pahasına sadece birer televole malzemesi olmaları için elinden geleni yapmaktadır. İşte, Hakan Şükür'ün buna boyun eğmediği, özellikle Fethullah Gülen Hocaefendi'ye sevgisini açıkça beyan edebildiği için Millî Takım'a alınmadığı, daha önce, İtalya dönüşü G. Saray'a imza atacakken, yine aynı maksatla engellendiği güçlü birer iddia halindedir.
F. Terim'in ikinci döneminde G. Saray, lige de Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'na da iyi başlamıştı. H. Şükür'ün Ankara'da imza atacakken ondan vazgeçilmesi üzerine, "Bu, G. Saray'ın çöküşünün başlangıcıdır"; Millî Takım'a E. Yanal tarafından alınmayınca da, "E. Yanal gider, Hakan Millî Takım'da yine oynar" dediğimi yakın arkadaşlarım bilirler. F. Terim, Millî Takım'da bu turnusol kâğıdı gerçeği iyi kavrar, G. Saray'daki ilk dönemi gibi davranabilirse Millî Takım'daki ikinci döneminde başarılı olur. Türkiye de bu açık gerçeği kavradığı gün, meselelerine ve onların çözümüne sağlıklı bir ilk yaklaşıma kavuşmuş olacaktır.
- tarihinde hazırlandı.