Kerbelâ'da Neler Yaşandı?

Hz. Hüseyin, Peygamber Efendimiz'in (sallallahu aleyhi vesellem) torunu ve seyyidina Hz. Ali ile Hz. Fatıma'nın Hz. Hasan'dan sonra ikinci çocuğuydu. O zamana kadar Araplar arasında pek rastlanmayan bu isimleri onlara Rahmet Peygamberi dedeleri vermişti. İki Cihan Güneşi Efendimiz, mübarek torunlarını çok severdi. Onlar hakkında, "Bunlar benim oğullarımdır, kızımın oğullarıdır; Allah'ım ben onları seviyorum, sen de onları sevenleri sev." buyurmuştu.

Hz. Hüseyin'in çocukluğu Peygamber Efendimiz'in derin sevgi ve şefkat atmosferi içinde geçti. Ancak bu durum çok uzun sürmedi. Daha 5 yaşındayken sevgili dedesini ve kısa bir süre sonra da annesi Hz. Fatıma'yı kaybetti.

Seyyidina Hz. Osman'a karşı gerçekleştirilen isyanda Hz. Ali, onu ve abisi Hz. Hasan'ı halifenin evine göndererek kapıda nöbet tutmalarını ve eve kimseyi sokmamalarını emretti. İsyancılar buradan içeri giremediler, ancak başka bir evden geçerek Hz. Osman'ı şehit ettiler. Bunun üzerine Hz. Ali, oğullarını çok sert bir şekilde azarladı. Hz. Hüseyin, babasının halife olmasıyla birlikte Kûfe'ye gitti ve onunla bütün seferlere katıldı. Hz. Ali'nin şehadeti sonrasında abisi Hz. Hasan'a itaat etmeyi yeğledi. Çünkü babası ölürken ona abisine uymasını vasiyet etmişti. Ancak abisinin de şehid edilmesinden sonra Medine'ye geri döndü.

Emevî tahtına oturan Yezid, zalim, fasık ve sefih bir adamdı. Hz. Hüseyin ve sahabeden bazı ileri gelenler kendisine biat etmemişlerdi. Bu sahabilerin biatı kendisinin İslam toplumu nezdindeki meşruiyeti açısından çok önemliydi. Yezid, onların biatını mutlaka almak istiyordu. Nitekim Medine valisine gönderdiği mektupta "her ne suretle olursa olsun Hz. Hüseyin, İbn-i Zübeyr ve İbn-i Ömer'in biatlerinin sağlanmasını, eğer bu mümkün olmazsa, boyunlarının vurulup, başlarının kendisine gönderilmesini" emretmişti.

Hz. Hüseyin, Yezid'e biat etmedi ve bütün aile fertleriyle birlikte Mekke'ye taşındı. Hz. Hüseyin'in Mekke'ye gittiğini öğrenen Kûfe halkı kendisine elçiler göndererek Kûfe'ye davet ettiler. Bunun üzerine Hz. Hüseyin bir grup arkadaşı ve aile efradıyla birlikte Mekke'den Kûfe'ye doğru yola çıktı.

Ancak onların Kûfe'ye gelmeleri Yezid'i huylandırmıştı. Hemen askerlerine emir vererek Kûfe'ye girişlerinin engellenmesini istedi. Hz. Hüseyin ve beraberindekiler Kerbela'ya geldiklerinde etrafları Yezid'in askerleri tarafından sarıldı. Günlerce aç ve susuz bırakıldılar. Zamanın zalim Kûfe Valisi, Hz. Hüseyin Efendimiz'in geri dönmek, Yezid'le görüşmek veya İslam sınırlarından herhangi birine gitmek isteklerinden hiçbirini kabul etmedi.

Günlerce süren açlık ve susuzluğun neticesinde Hz. Hüseyin, Yezid'in kendilerine bir kötülük yapacağından emin olmuştu. Nihayet 10 Ekim 680 (Hicri 10 Muharrem 61) günü Hz. Hüseyin son hazırlıklarını yaptı ve Yezid'in ordusuna yaklaşarak onlara hitap etmek istedi. Onlara "Peygamberimizin kızının oğlu ben değil miyim? Şehidlerin efendisi Hamza, babamın amcası değil midir; şehid Cafer-i Tayyar amcam değil midir? Allah Resûlü'nün benim için ve kardeşim için, cennet halkı çocuklarının seyyidleridir ve sünnet ehlinin gözbebekleridir, sürurlarıdır, dediğini duymadınız mı?" diye sordu. Ancak bu çok veciz hitabe, gözü dönmüş bu orduyu pek etkilemedi. Hz. Hüseyin Efendimiz'in hutbesi biter bitmez İbn. Sa'd ismindeki münafık gelip:

- Ey Hüseyin! Bu hikâyelerden bir netice çıkmaz. Ya Yezid'e biat edersin yahut da ölümü göze alırsın!. diye tehdit etti ve eline bir ok alarak Hz. Hüseyin'e doğru fırlattı. Yezid'in askerleri İbni Sa'd'ın gayretini gördüğünde ona uyup Hz. Hüseyin'i öyle bir ok yağmuruna tuttular ki atılan oklardan güneş görünmez oldu. Hz. Hüseyin bu hücum karşısında yanındakilere şunları söyledi:

- "Ey vefakâr arkadaşlar ve benim için canlarını ortaya koyan insanlar! Kavgaya kendinizi hazırlayın ki, kanların döküleceği zamandır. "

Çok dengesiz bir şekilde başlayan savaşta Hz. Hüseyin'in 23 süvari ve 40 piyadeden oluşan askerleri öğle üzeri olduğunda iyice azalmış durumdaydı. Hz. Hüseyin de bu az sayıda susuz ve bitkin insanla yaya olarak savaşıyordu. Sonunda katil Şimr'in emriyle her yandan hücum edilerek Hz. Hüseyin şehid edildi. Allah Resûlü'nün gözbebeği, torunu Hz. Hüseyin'in vücudunda otuz üç ok, otuz dört kılıç ve kargı yarası vardı (10 Muharrem 61-10 Ekim 680). Aile efradının çoğu şehit edilmiş, kalanlar da tutuklanarak Yezid'in sarayına götürülmüştü.

Nebiler Serveri'nin ümmete emanet olarak bıraktığı temizlerden temiz pak Ehl-i Beyt'ine yapılan bu muamele İslam coğrafyasında büyük infiale sebep oldu. Mekke ve Medine'de ayaklanmalar meydana geldi. Yezid başta Medine ve Mekke olmak üzere her yerdeki ayaklanmaları çok kanlı bir şekilde bastırdı. Yezid'in, Hz. Hüseyin'e ve Allah Resûlü'nün muazzez Ehl-i Beyt'ine yaptıkları, ardından Mekke ve Medine'ye saldırması maalesef İslam tarihinin en kara sayfalarını oluşturur. Yezid, hilafetin haksız vârisi, Hz. Hüseyin'in katledilmesinin ve mukaddes şehirlerin kirletilmesinin baş sorumlusu olarak bütün Müslümanların hafızasında kötü bir isim bıraktı.

Kerbelâ mezalimi, aradan onca zaman geçmesine rağmen bugün de bütün mü'minlerin içini kanatan, ciğer-sûz bir hadisedir. Fethullah Gülen Hocaefendi, bu hadiseyle alakalı değerlendirmesinde şunları söyler: "Kendimi idrak ettiğim günden bu yana, gezip gördüğüm tekyelerde, zaviyelerde, medreselerde, sohbetlerinden istifade etmeye çalıştığım âlimlerin, âriflerin ve fazilet ehlinin meclislerinde Kerbelâ ile alâkalı mersiyeler okunurdu. Bilhassa Seyyidina Hazreti Hüseyin'in maruz kaldığı zulüm hikâye edilirken herkesin hıçkıra hıçkıra ağladığına çokça şahit olmuşumdur. Alvarlı Efe Hazretleri'nin, "Bu gün mah-ı Muharremdir, muhibb-i hanedan ağlar / Bu gün eyyam-ı matemdir, bu gün âb-ı Revan ağlar." sözleri hâlâ kulağımdadır. Bunlar söylenirken duygu pınarlarımızın coştuğu ve gözlerimizin yaşlarla dolduğu da hafızamda bugünkü gibi canlıdır. Şu hususu özellikle belirtmekte fayda var; Ehl-i Beyt'in başına gelenlerin ızdırabını duyarken günümüzde de bazı Yezidîlerin bulunduğunu varsaymak ve bir kısım Sünnîleri Yezidî yerine koymak yeni kavgalara zemin hazırlamaktan başka bir işe yaramaz. Ehl-i Beyt sevgisinden ve onlara bağlılıktan mahrum bir Müslümanlık olmaz. Ehl-i Beyt'i sevmek Sünnîler için de dinin bir emri ve şubesidir; Kerbelâ'nın hüznü ise müşterektir."

Bu açıdan, bugün ister Alevîlerin ister Sünnîlerin isterse de aynı meşrebe bağlı değişik kolların temsilcilerinin birbirlerine anlayışla ve konuma saygı düsturuyla yaklaşmaları zaruridir. Herkesin önyargılardan, vehimlerden, su-i zanlardan arınması ve hem kendisinin, muhatabından istifade edebileceğine hem de bazı hususlarda ona yardımda bulunabileceğine inanması gerekmektedir. Bu inançla, her kesimin dostluk çizgisinde bir araya gelmesi, bir grup kardeşlik eli uzatırken öbürünün güllerle mukabele etmesi ve bir taraf Ehl-i Beyt muhabbetiyle coşarken diğerinin de onun heyecanına ortak olması icap etmektedir. Devamlı karşıdakini suçlama ve başkalarını zan altında bırakmayla ne bir yere varmak ne de toplumsal uzlaşma zeminini yakalamak mümkündür. Uzlaşma, biraz göz yummaya ve farklılıkları görmemeye bağlıdır. Müşterek olan meselelerde mutabakat sağlar ve el ele tutuşursak, ancak o zaman ittifaka açılabilir ve huzur içinde yaşayabiliriz.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.