Suriye'ye savaş senaryosu ve Cemaat'e kumpas girişimi
Dışişleri Bakanlığı’nda yapılan çok gizli Suriye toplantısının dinleme kayıtlarının sızması Türkiye adına vahim bir gelişmedir.
Toplantının güvenliğini sağlamakta ihmali olanlar, ses kaydını alan ve kamuoyuna sızdıranlar mutlaka tespit edilmeli ve cezalandırılmalıdır.
Her üç vazife de hükümetin görevidir. Bu ağır durumdan birinci derece sorumludur.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, toplantının “sağır oda” tabir edilen, dışarıdan dinlemenin mümkün olmadığı bir mekânda gerçekleştiğini, toplantı anında sinyal bozucu “jammer” kullanıldığını, öncesinde ve sonrasında böcek araması yapıldığı ve hiçbir şey bulunamadığını açıklaması çok çok önemlidir.
Bu durumda, en güçlü ihtimal hatta tek ihtimal toplantının görüşmeye katılanlardan birisi tarafından kayıt edilmiş olmasıdır.
Toplantıya Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu başkanlık etmekte. MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Genelkurmay İkinci Başkanı Yaşar Güler, Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu‘nun katıldığı anlaşılmaktadır.
Peki, toplantıda konuşmalara katılmayan başka isimler de var mıdır?
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, toplantı için “En üst seviyedeki devlet bürokrasisinin bize yapacakları tavsiyeleri oturup konuştukları toplantıdır” diyor.
Bu kadar kritik bir toplantının dinlenip servis edilmiş olması apaçık bir “milli güvenlik zaafı”dır ve üzerinde çok büyük hassasiyetle durulmalıdır.
Toplantıya katılanlardan birisinin kaydedip sızdırdığı ihtimali ağır bastığına göre, hangi kurum bu tarz işlere yatkındır ve hangi kurum temsilcisi bu operasyonun gerçekleşmesinden rahatsızlık duymaktadır, iyi incelenmelidir.
Bölgeye operasyonu istemeyen kim?
Konuşmada “kahramanlık taslayan” ve sızdırma ihtimali olmadığı izlenimini veren kimdir? Bunu yaparken bile operasyonun yanlış olacağını dile getiren kimdir?
Böyle bir müdahale Türkiye’nin savaşa sokulması, bölgedeki gelişmelere direkt müdahil olması ve bölgedeki düzensiz silahlı grupların hâkimiyeti yitirmelerine sebep olacağı anlamına geleceğine göre, kim bölgedeki gruplar ile yakından ilgilidir?
PYD’nin özerk yapılanmasının sürmesini, El Kaide bağlantılı IŞİD’in bölge faaliyetlerinin devamını kim istemektedir ve kim bu çetelere silah ve teknik destek sağlamaktadır, ciddi olarak masaya yatırılmalıdır.
Bu kadar riskli istihbari bir faaliyeti iz bırakmadan kim icra edebilir, kim muhtemel ipuçlarını yok etmeye kadirdir, “casusluk” soruşturmasını karartmaya kim yetkindir, kim yargı zırhı ile güven içinde hareket edebilmektedir, iyi analiz edilmelidir.
Konuşmaların içeriğindeki vahim senaryoların üzerinde bile durmak istemiyorum.
Balyoz darbecileri gibi “türbe bombalama...”
Balyoz darbecilerinin “cami bombalama” yoluyla darbeye mazeret oluşturma gayreti ile Türkiye’yi savaşa sokmak için “türbe bombalama” senaryosunu ve “ülke toprağına Suriye’den 8 adet füze sallama” gafletini dile getirenlere de hesap sorulmalıdır.
Bu şartlar altında, Süleyman Şah’a gerçekten bir saldırı olduğunda ya da “ülkemiz toprağına füzeler düştüğünde”, kamuoyu ve dünyanın kafasında oluşacak istifhamlar nasıl giderilebilecektir?
Görülüyor ki, ses kaydının sızdırılması bir yönüyle Türkiye’nin Suriye’ye yönelik elini kolunu bağlama girişimidir.
“Beyin fırtınası” adı altında bile Türkiye’yi savaşa sokacak böyle vahim senaryolar dile getirmenin, “savaş oyunu” oynamanın izah edilebilir bir yanı yoktur.
Devletin, bu ciddiyetsizlik ve tehlikeli yaklaşımlar ile “Bölgeye iki bin TIR malzeme gönderdik” diyenlerden de hesap sorması gerekmektedir.
Ne var ki devletin en üst makamları bile vahim içeriğin hesabını sormak, kayıt ve sızdırmanın faillerini bulmak yerine delilsiz ithamlarda bulunarak, ciddiyetsizlik ve failleri bulma adına samimiyetsizlik gösteriyorlar.
Başbakan Erdoğan Van’da sızdırılan ses kaydı ile ilgili “paralel yapı” ezberine başvurup “İnlerine gireceğiz” diyerek, bu vahim olayı bile hiçbir incelemeye gerek görmeden Cemaat’e yükleme gayretine yönelmiştir.
Anlaşılan o ki, bu kadar ciddi bir mevzu üzerinden bile gayriciddi şekilde “Cemaat’i devlet ile de karşı karşıya getirme kumpası” için gayret gösteriliyor.
“Devletçi” Cemaat’e bu “kumpas” tutmaz...
Oysa Cemaat bugüne kadar “devletçi” olmakla suçlanmıştır.
Cemaat’in, devlete saygısı ve ülkesine sevgisi herkesçe malumdur. Vatanının çakıl taşına bile zarar gelmemesi için bugüne kadar en ağır hakaret ve iftiralar karşısında dahi “dilini ısırıp“ sabır göstermektedir.
Türk Bayrağı’nın dünyanın her ülkesinde dalgalanması ve Türkçe’nin dünya dili olması için fedakârlık destanı yazanlara böyle bir iftira atabilmek için insanın sadece aklını değil vicdanını da yitirmiş olması gerekiyor.
Ses kaydını sızdıranlar her kimlerse, hükümetin ardından Cemaat’i devletin de hedefi haline getirme, Türkiye’yi dış operasyon yapamaz hale getirme ve Türk Bayrağı’nı dünyanın dört bir yanında indirme “kumpası” içinde oldukları görülüyor.
Bu kadar kapsamlı bir kayıt alma ve sızdırma faaliyetini icra edenlerin, bir taşla “kuş katliamı” yapma planını da icra etme hesabında olacaklarını önyargısız düşünen akıl sahibi herkes rahatlıkla görür.
Faili bulamamak yönetim zaafıdır
Sonuç olarak, gizli toplantının kaydını alıp sosyal medyaya koyarak ülkesine ihanet edenler de, Türkiye’yi kamuoyunu aldatarak “kumpas” ile Suriye’de savaşa sokmak isteyenler de, bu işi Cemaat’e yıkmaya çalışarak iz kaybettirip karartma yapanlar da, ülkeye tuzak üstüne tuzak kuranlar da ivedilikle tespit edilerek hukuk önünde hesap sorulmalı.
Sorumluluk hükümettedir, delilleri ile sorumlular ortaya çıkarılamazsa hükümet “milli güvenlik zaafı”na bir de “yönetim zaafı” eklemiş olur.
Kuru söylemlerle havanda su dövmek yerine, somut icraatlarla devlete, milli güvenliğimize ve millete yönelik bu “büyük kumpas” aydınlatılmalıdır.
- tarihinde hazırlandı.