Zulmün ömrü azdır
Soru: “Zulüm olursa, ömrü de az olur.” denmektedir. Açıklar mısınız?
Büyüklerimizin ortaya koydukları bir kaidedir bu. “Zulüm devam etmez, fakat küfür devam edebilir.”[1] Soruda ifade edilen sözün mânâsına yakın, Hz. Ali’ye nispet edilen şöyle bir vecize vardır: “Zâlimin ömrünün gölgesi, bu dünyada kısadır.”[2]
Evet, zulüm bir tecavüz ve haksızlıktır. Çok defa kâinatın hukukundan, inanan insanların, hatta bütün fertlerin hukukuna kadar, zulüm ve tecavüz bahismevzuu olduğunda, Allah mazlumlar namına zalimlerden intikam alır ve onları iflah etmez. Bu konuda bir taraftan zâlimin zulmünün Arş’a kadar varması, orada cevap bulması ve Arş’ın Sahibinin şefkatini celbetmesi, diğer taraftan da zulüm gören kimselerin imtihanda olma durumları söz konusudur. Bu iki durumun çok iyi anlaşılması iktiza eder.
Evvelâ, dinlerinden, dinî düşüncelerinden ve mü’mince yaşamalarından ötürü zulme uğrayan kimseler imtihanda olduklarını hiçbir zaman hatırdan çıkarmamalı ve mutlaka sabretmelidirler. Zulme uğrayan bu insanlar içinde öyle kimseler de vardır ki, dişlerinden birisi kırıldığı veya başları ağrıdığı zaman, onlara bu cevr ü cefayı reva gören kimselerin başlarına bir belâ gelse hemen her şeyi kendilerinden bilir ve liyakatlerinin olup olmadığına bakmadan maddeten ve mânen zafer kazanmış havasına girerler. Zira bunlar hiç mi hiç kalbura konmamış ve elenmemişlerdir. Bu mesele ile ilgili bir hadiste şöyle buyrulmuştur:
“Allah herhangi birinizi, sizden kuyumcuların altını ateşe koyup orada erittiği gibi imtihan eder, ateşlere kor, potalarda eritir, kalıptan kalıba sokar ve şekillendirir; ta özünüzü bulup kendiniz olasınız...”[3]
Evet gerçek mazlum için işte böyle bir imtihan bahismevzuudur. Yoksa başına küçük bir belâ gelen her mü’min, bu mevzuda hemen imanını veya Kur’ân’ını sütre gibi kullanma diyeceğimiz şekilde kendilerinden zulüm gördüğü insanların başlarına bir şey gelmesini beklememelidir. Zira Allah Halîm’dir. O, suçluların cezalarını hemen vermek gücüne sahip olduğu hâlde sonraya bırakır ve hep hilmi ile muamele eder. Bu konuda, Müslümanların çektikleri eza ve cefaları gören Hz. Ebû Bekir, Allah’ın halîmliği karşısında defaatle: مَا أَحْلَمَكَ يَا رَبَّنَا “Ne kadar Halîmsin ey Allahım!”[4] demiş ve hilm ü silm yolunda yürümüştür. Allah Halîm’dir ve Rabbü’l-âlemin’dir. Evet, mü’min ne kadar dayanıklı olduğunu, Allah için ne kadar dayanabileceğini, ızdıraba ne kadar tahammül edebileceğini, çilelere ne kadar katlanabileceğini göstermeli ve rüşdünü ispat etmelidir! Meselenin mü’minlere bakan yönü de işte budur.
Bu konuda bir de zâlimin, bütün bütün affedilme hakkını kaybetmesi ve bunun neticesi olarak da, onun zulmünün Arş’a kadar yükselmesi durumu söz konusudur ki, zulüm bu kerteye geldiğinde artık Cenâb-ı Hak zâlimi yakalar, derdest eder ve cezalandırır. Evet, zulüm gidip oraya dayandığı zaman zâlime Allah’ın azabının dokunması hak olur. Bu durum âyette şu şekilde ifade edilmektedir: “Halkı zâlim olan ülkeleri cezaya çarptırdığı zaman Rabbinin çarpması işte böyle olur! Şüphesiz ki O’nun azapla çarpması pek acı, pek çetindir!” (Hûd sûresi, 11/102)
Aynı konuya işaret eden bir hadis-i şerifte de Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Allah zâlime (zulmünden döner diye) imkân, fırsat ve mühlet verir. Çünkü Allah âlemlerin Rabbi ve Erhamü’r-râhimîn’dir. Bütün bunlara rağmen zâlim zulmünden dönmez ise bir kez daha fırsat verir. Fakat bir de yakaladı mı artık onu iflâh etmez ve onun canını çıkarır.”[5] Efendimiz bu beyanın sonunda da Hûd sûresi’nde geçen yukarıdaki âyeti okumuştur. İşte meselenin diğer tarafında da bu konu yani zulmün belli bir noktaya geldikten sonra gayretullaha dokunması meselesi vardır.
Bu konuda gayet latîf bir vak’a anlatılır: Derler ki: Ehlullahtan birisi, kervanla hacca gidiyormuş. Kervancı da ehl-i kalb bir insan imiş. Ehlullahtan olan zatı da iyi halli görmüş ve kervanı ile beraber onu da alıp hacca götürmek istemiş. Giderken yolda şakiler kervanın önünü kesmiş, herkesi soymuş ve kimsede bir şey bırakmamışlar. Hatta kervancıbaşını da soymuşlar. Daha sonra başka bir şey var mı diye sorduklarında bu Hak dostu, kervancının sırtında çok güzel ve çok kıymetli bir gömlek olduğunu söylemiş. Şakiler de gelip o çok kıymetli olan gömleği kervancının sırtından almışlar. Tabiî ki bu durum kervancıya çok dokunmuş. Daha sonra kervancı etrafındakilere bu veli kula yaptığı iyilikleri sıralamış, onun ise kendi gömleğini şakilerin gasbetmesine ön ayak olduğunu ifade edip bu durumdan rahatsız olduğunu anlatmış.
Aradan beş altı saat geçince, devlet tarafından gelen bir ulağın, yolda her rastladığına şöyle bağırdığını duymuşlar: “Falan yerde aylardan beri kervanları soyan bir eşkıyâ gürûhu ellerindeki bütün mallarla yakalandı. Herkesin neyi varsa, gelsin alsın.” Bunlar da gitmiş ve mallarını almışlar. Tabiî netice böyle olunca atmosfer yumuşamış ve kervancıbaşı ehlullahtan olan o zatın yanına gidip ona durumu izah etmiş ve niçin böyle yaptığını sormuş. Ehlullahtan olan zat da ona şöyle demiş: “Onlar hac kervanını soymak gibi büyük bir zulmü işlerlerken, ben bu zulmün gayretullaha dokunması için bir gömleklik mesafe kaldığını gördüm ve son zulümlerini de yapsınlar da Allah’tan bulsunlar istedim ve buldular da.”
Evet, bu çok latîf bir nüktedir. Bunun olup olmadığı önemli olmamakla beraber ifade etmeye çalıştığı mânâ mühimdir. Kıssada anlatılmaya çalışıldığı gibi zâlimin zulmünün gayretullaha dokunması için bir zaman olmalıdır ve mü’minler o zulme dayanmalıdırlar ki zulüm son sınıra ulaşınca Allah, o zulmedenleri derdest edip yakalayacak ve mutlaka onları tazip edecektir. Böylece bizim zulmedenlere karşı, dünyada başlarına gelebilecek cezalardan başka Cehennem’in ve azab-ı ilâhînin yeteceğini düşünmemiz en isabetli bir yol olsa gerek. Bu itibarla mü’min her zaman haddini bilmeli, Rabbine karşı edepli olmalı, kendisine eza ve cefa eden hemen herkese Rabbinin ceza vermesini istememelidir.
Nitekim mü’minler olarak her birerimiz Cenâb-ı Hakk’ın zulmedenlere bu dünyada verdiği cezalara bizzat şahit olmuşuzdur. Çok defa görmüşüzdür ki, Allah, zâlimlerin çevirdikleri dolabı getirip kendi başlarına çevirmektedir.[6] Evet, bu konuda mü’mine düşen sabırla intizar etmektir. Her şeyi gören ve bilen Rabbimiz Müheymin’dir. O, her şeyi bilip ve etrafımızdaki her hâdiseyi tedbir edendir. Eğer bir şey çekiyorsak, O, çekilen şeyleri, çektirenlerin kimler olduklarını ve onların durumlarını da görmektedir. Öyle ise “Doğacaktır sana vaad ettiği günler Hakk’ın / Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın.” (Mehmet Âkif) deyip teslimiyet içinde intizarda bulunmalıyız.
[2] Emsal-i Hazreti Ali s.19.
[3] et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr 8/166; el-Hâkim, el-Müstedrek 4/350.
[4] İbn Hişâm, es-Sîratü’n-nebeviyye 2/218; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye 3/95.
[5] Bkz.: Buhârî, tefsîru sûre (11) 5; Müslim, birr 61.
[6] Bkz.: Fetih sûresi, 48/6; Fâtır sûresi, 35/43.
- tarihinde hazırlandı.