Gıybet ve Fitnenin Olduğu Bir Görüşme Kısırdır

Kısaca fısıltı ve fiskos demek olan "necvâ" kelimesi, iki ya da daha fazla insanın fısıldaşması, başkalarının duyamayacağı şekilde gizli ve alçak sesle konuşması ve birbirine bazı sırları açması demektir. Kur'an-ı Kerim'de zikredilen "necvâ" tabiri ile de birkaç insanın bir araya gelerek bazı meseleleri gizlice ve özel mahiyette görüşmeleri kastedilmiştir ki, bu türlü faaliyetler günümüzde "kulis" adı altında sıkça yapılmaktadır.

Kur'an-ı Kerim'de, "necvâ" tabiriyle dile getirilen fısıldaşmalar ve gizli konuşmalar mutlak surette yasaklanmamıştır; ne var ki, bu türlü görüşmeler bazı şartlara bağlanmıştır. Öncelikle inanmak gerekir ki, göklerde ve yerde bulunan her şeyi, meydana gelen her hadiseyi Allah bilir. Bir araya gelip fısıldaşan, gizlice konuşan üç kişinin dördüncüleri muhakkak Allah'tır. Ve O, gerek bundan az gerekse daha çok sayıdaki insanın konuşmalarını da mutlaka görüp duyar. O halde mü'minler, bu hakikate bağlı olarak konuşup görüşmelidirler. Kur'an'da daha sonra da, Cenâb-ı Hak yasakladığı hâlde günah, zulüm ve Peygambere isyan hususunda kulis yapan ve Müslümanların aleyhinde fısıldaşan münafıklar kınanmış; onların ikiyüzlü oldukları, inanmadıkları şeyleri söyledikleri, iman esaslarıyla alay ettikleri ve işte bu fena tavırlarından, kötü davranışlarından dolayı Cehenneme atılacakları belirtilmiştir. (Mücadile, 58/7-8)

Evet, münafıklar asıl duygu ve düşüncelerini sürekli gizliyor ve hep gerçekten inanıyorlarmış gibi davranıyorlardı. Onlar, konuşurken yalan söylüyor; bugün söz verdikleri bir konuda ertesi gün vefasızlık edip sözden dönüyor ve hemen her zaman en haince düşmanlık duygularını dostluk tavırları içinde icra ediyorlardı. Sürekli şartlara göre hareket edip ikiyüzlü davranıyor ve Müslümanlara karşı hep açık-kapalı kötülük düşünüyorlardı; içten içe kin, nefret ve düşmanlık hislerini besliyor ve mevhum hasımları olan mü'minler için türlü türlü komplolar planlıyorlardı. Diğer dinlerin mensuplarıyla gizli gizli biraraya gelerek Müslümanlar aleyhine çirkin çirkin oyunlar tezgâhlıyor; Peygamber Efendimiz'in tebliğine mani olmak, İslam'a yakınlaşmakta olanları çeşit çeşit hilelerle inananlardan uzaklaştırmak, samimi Müslümanların aralarını bozmak ve toplumun fertleri arasına düşmanlık tohumları atarak fesat çıkarmak için birtakım karanlık planlar yapıyorlardı.

Müslümanlarla beraber oldukları anlarda onların hoşuna gidecek sözler söyleyen, duygu ve düşüncelerini açıkça ifade etmeyip hep olduklarından farklı görünen ve inananlarla aynı mülahazaları paylaşıyormuş gibi davranan münafıklar, ancak kendi yandaşlarıyla başbaşa kaldıklarında gerçek yüzlerini açığa vuruyor; Allah'a isyan, düşmanlık, haksızlık ve Allah Resûlü'ne karşı husûmet içeren sözler söylerek fısıldaşıp duruyor ve sadece şer etrafında dönen kulisler yapıyorlardı.

Görüşmeler İyilik ve Hayır Düşüncesine Bağlı Yapılmalı

İşte, Cenâb-ı Allah, onların bu kötü tabiatlarını ve genel tavırlarını anlattıktan sonra, münafıkların yaptıkları şekilde kötülük üzere fısıldaşmamaları hususunda mü'minleri ikaz etmiş; "Ey iman edenler! Şayet siz gizlice konuşacak olursanız sakın günah, zulüm ve Peygambere isyan hususlarında kulis yapmayın. Bunu hayır ve takvâ hususunda yapın. Dirilip huzurunda toplanacağınız Allah'a karşı gelmekten sakının." (Mücadile, 58/9) buyurmuştur. Demek ki, günaha girme, suç işleme ya da düşmanlık, haksızlık ve zulüm irtikâp etme gibi hususların konuşulduğu, bu türlü meseleler hakkında planların yapıldığı bir meclis mü'minlere göre değildir. İnananlar ancak iyilik yapmak, salih ameller ortaya koymak ve dinin yasak ettiği şeylerden uzak durmak gibi "birr ü takva" ile alakalı meselelerde dar dairede istişareler yapabilir, birkaç kişi özel olarak görüşebilirler. Bu görüşmelerin başından sonuna kadar da takva mülahazasına bağlı kalmaya çalışır ve Cenâb-ı Allah'ın her zaman onlarla beraber olduğunu hep hatırda tutar; Allah'ı görüyormuşçasına ya da en azından O'nun tarafından görülüyor olma duygusuyla temkinli konuşurlar. Dolayısıyla, mü'minlerin gizli konuşmalarında su-i zanlara, gıybetlere, yalan ve iftiralara yer olmaz. Onlar, hayır düşüncesiyle bir araya geldikleri gibi hayır ve hasenat hesabına kararlar almış olarak ayrılırlar.

Nitekim Allah Teâlâ bir başka ayet-i kerimede "Onların kendi aralarında yaptıkları gizli görüşmelerin, fısıldaşmaların çoğunda hayır yoktur. Bu görüşmelerde hayır olması için onların muhtaçlara yardımı, güzel bir davranışı yahut dargın insanların arasını bulmayı gözetmeleri gerekir. Kim Allah'ın rızasını arzulayarak bunu yaparsa, Biz de ona çok büyük mükâfat veririz." (Nisâ, 4/114) buyurmuştur. Evet, gıybeti adet haline getirenlerin, sürekli koğuculuk edenlerin, yalan ve iftiradan çekinmeyen kimselerin meclisi hayır adına kısırdır. Bir araya gelen üç-beş kişinin konuşmalarında bir hayır olabilmesi için, bu insanların, muhtaçların ihtiyaçlarını giderme, dertlilerin derdine derman olma, bazılarına iyilik ve ihsanda bulunma ya da dargınların arasını bulma gibi maksatlar etrafında toplanmaları şarttır.

Özetle

  • Göklerde ve yerde bulunan her şeyi Allah bilir. Bir araya gelip fısıldaşan, gizlice konuşan üç kişinin dördüncüleri muhakkak Allah'tır. Ve O, gerek bundan az gerekse daha çok sayıdaki insanın konuşmalarını da mutlaka görüp duyar.
  • Münafıklar konuşurken yalan söylüyor; bugün söz verdikleri bir konuda ertesi gün vefasızlık edip sözden dönüyor ve hemen her zaman en haince düşmanlık duygularını dostluk tavırları içinde icra ediyorlardı.
  • Günaha girme, suç işleme ya da düşmanlık, haksızlık ve zulüm irtikâp etme gibi hususların konuşulduğu, bu türlü meseleler hakkında planların yapıldığı, gıybet ve fitnenin kol gezdiği bir meclis mü'minlere göre değildir.

Büyüklerle Özel Mahiyette Konuşmanın Adabı

Asr-ı Saadet'te pek çok insan Resûl-i Ekrem Efendimiz'e gelerek O'nunla özel olarak görüşmek, fısıldaşarak bazı dertlerini arz etmek ve bir kısım taleplerde bulunmak istiyorlardı. O'nun şefkat atmosferinde herkes her meselesini sormaya alışmış; insanlar başkalarına açamadıkları en mahrem dertlerini bile Allah Resûlü'ne anlatmaya başlamışlardı. Hatta bazı münafıklar ve ham ruhlular, Resûlullah'ın meclisinde kendilerini göstermek ve önemli bir insan oldukları imajını vermek için her fırsatta O'na yanaşıyor, fısıltı halinde bir şeyler arzetmeye kalkışıyorlardı ve bu durum gün geçtikçe daha da altından kalkılmaz bir hal alıyordu. O müşfiklerden müşfik Allah Resûlü, tevazuu ve hoşgörüsü sebebiyle hiç kimseyi reddetmiyor ve herkesin derdine derman olmaya çalışıyordu..

Ne var ki, Hazreti Rahman ü Rahîm Rabbimiz, Hazreti Rahîm ü Raûf Efendimize merhamet ederek "Ey iman edenler! Şayet Resûlullah ile başbaşa görüşmek isterseniz, bu özel görüşmeden önce bir sadaka verin. Böyle yapmak sizin için daha hayırlı, şaibeden daha uzak, günahlarınızı temizleme yönünden daha uygun bir davranış olur." (Mücadile, 58/12) demek suretiyle bir yönüyle o bunaltıcı tehacüme bir filtre koymuştu. Bu ilahî ikaz sayesinde, insanlar Resûl-i Ekrem Efendimiz'le görüşecekleri meselelerin sadaka vermeye değecek kadar önemli olup olmadığını düşünmeye çağrılmış ve böylesi görüşme taleplerinde aşırılığa girmemelerinin gerektiği ima edilmişti. Zaten, Peygamber Efendimiz'e ve yakın akrabalarına sadaka haramdı; özel görüşmeden önce verilmesi istenen bu sadakanın Allah Resûlü'ne ya da ailesine değil, bizzat muhtaçlara ulaştırılması söz konusuydu.

Ayetin devamındaki "Eğer buna imkân bulamazsanız Allah sizi muaf tutar, çünkü Allah gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur)" ifadesinden de anlaşılacağı üzere, bir insan sadaka veremeyecek olsa bile, şayet önemli bir meselesi varsa onu Allah Resûlü'ne mahremce anlatmasına izin verilmişti. Bu vesileyle mü'minler her arzu ettiklerinde Resul-i Ekrem ile başbaşa görüşmelerinin doğru olmadığını anlamış; görüşecekleri meselelerin mutlaka zaruri olması gerektiğinin farkına varmışlardı. İllâ ki bir mesele arz etmeleri icap ediyorsa, bunu en kısa sürede, en öz şekilde ve edebe dikkat etmek şartıyla yapmalarının lüzumunu kavramışlardı ve dolayısıyla onlardaki bu özel görüşme hevesi, yerini zaruret çerçevesinde istişarede bulunma düşüncesine bırakmıştı.

Haftanın Duası

Ya Rab! En güzel isimlerin ve en ulvî sıfatların hakkı için günahlarımızı mağfiret buyurmanı, kusur ve ayıplarımızı örtmeni, bizi sevip razı olduğun amelleri işlemeye muvaffak kılmanı diliyoruz. Sana gönül bağlamış bütün müslüman kullarını haddini aşıp saldırganca davranan, düşmanlık duygularıyla oturup kalkan ve her zaman komplo peşinde koşan insanlık mahrumlarına karşı nusretinle teyid buyurmanı istirham ediyoruz. Rabbimiz! Gelip başımıza çöreklenen her türlü üzüntü, tasa, keder, sıkışıklık hallerinden kurtulmamız için bize nezdinden bir fereç ve mahreç, bir çıkış yolu gönder.

Sözün Özü

Cenâb-ı Hakk'ın hoşnutluğu esas alındığı sürece, hakkı ikame etmeye, hakkı tutup kaldırmaya matuf gayret ve çabalar ibadet sayılır. Hatta hakkı ikame etme mevzuunda ortaya konulan stratejiler, planlar, meşveretler, yol ve yöntem belirleme istikametindeki fikir cehdleri de ibadet kategorisi içinde mütalâa edilebilir. Çünkü kişiyi neticede bir hayra ulaştırmaya matuf vesileler de hayırdır. Eğer ulaşılmak istenen maksat bir farz ise, farza ulaşmak için kullanılan yol ve yöntemler de kişiye farz sevabı kazandırır.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.