Tesbîhe Yapış Tahmîde Sığın ve Tekbîre Tutun

Gözüne ve hayâline hiçbir günah girmeden Hazreti Ali (kerremallahu vechehû) ile evlenen, daha yaşı 25 olmadan da babasının ardından ahirete yürüyen, arkadan gelen bütün evliyâ ve asfiyâ'nın annesi olan Hazreti Fatıma validemiz, bütün ev işlerini bizzat kendisi yapardı. Zaten, bütünü bir tek odadan ibaret olan bir hücrecikte kalıyorlardı. O hücrecikte, Fatıma ocağı yakar ve yemek pişirmeye çalışırdı. Çok kere, ateşi alevlendirmek için eğilip üflerken, ateşten çıkan kılvılcımlar benek benek elbisesini yakardı. Onun için elbisesi delik-deşik olmuştu. Yaptığı sadece bu değildi. Ekmek yapmak, evin ihtiyacı olan suyu taşımak da onun yüklendiği işlerdendi. Değirmen taşını çevire çevire eli nasır bağlamış, su taşıya taşıya da, Erzurumluların tabiriyle, sırtı "yağır" olmuştu.

Bu arada bir harp dönüşü Medine'ye esirler getirilmişti. Allah Resûlü bu esirleri, müracaat eden Medine halkına dağıtıyordu. Hazreti Fatıma da, ev işlerinde kendisine yardımcı olabilecek bir hâdim (hizmetçi) istemek için babasına gitmiş, Efendimizin yanında oturanlardan hicap ederek hiçbir şey söyleyemeden evine dönmüştü. İnce kızının bir maksatla geldiğini anlayan Nebiler Nebisi oradaki maslahat hâsıl olduktan sonra kalkıp onun evine gitmişti. Hazreti Fatıma anamız der ki "Yatağa uzanmıştık ki, Allah Resûlü çıkageldi. Ben ve Ali yataktan doğrulmak istediysek de O buna mâni oldu.. ve aramıza oturdu. Öyle ki sadrıma temas eden ayağındaki serinliği hissediyordum. Arzumuzu sordu. Ben durumu anlatmaktan hicap edince, Ali dedi ki "Ya Resûlallah, değirmen taşı çeke çeke kızınızın elleri nasır bağladı, su taşıya taşıya omuzu yağır oldu, ev süpüre süpüre toz toprak içinde kaldı. Lütfederseniz yeni gelen esirlerden bir hizmetçi istiyoruz." Allah Resûlü bu istek karşısında memnun olmadı, mübarek kaşlarını çattı ve şöyle dedi: "Kızım, Medine fakirlerinin hakkını size veremem. Allah'tan kork ve Allah'a karşı vazifende kusur etme! Allah'ın, omuzuna yüklediği farzları hakkıyla yerine getir. Kocana da daima sâdık ve itaatkâr ol! Onun hakkını da gözet! Sana istediğinden daha hayırlı bir şey söyleyeyim: Yatağına gireceğin zaman, otuz üç defa "Sübhanallah", otuz üç defa "Elhamdülillah", otuz dört defa da "Allahüekber" de. İşte bu senin için hizmetçiden daha hayırlıdır." Bunun mânâsı şu idi: Kızım, değirmen taşını yine kendin çevir, suyunu kendin taşı, evini de kendin süpür ama nazarlarını uhrevî âlemlerden sakın ayırma, senin ihtiyacın budur. Allah indinde kıymet ve derinliğini arttırmak istiyorsan, tesbîhe yapış, tahmîde sığın ve tekbîre tutun. Sizin istediğiniz şey fânî dünya hayatına ve onun rahatına bakıyordu. Hâlbuki ben sizin ahirette mesud ve bahtiyar olmanızı istiyorum.

Allah Resûlü Mü'minlerin Akibetinden Çok Korkuyordu

Resûl-i Ekrem azim şefkati ve engin merhametiyle müminlerin akıbetinden çok korkuyor, onları yer yer ikaz, inzar ve irşad ediyor; bu işi de yine kendi ailesinden başlayarak yapıyordu. İşte O, böyle bir aile reisiydi; bazen rahmet dolu bulutlar gibi çehresinde tatlı bir yüz ekşiliği olurdu; ama bu yüz ekşiliğinin arkasında rahmet vardı, belliydi ki yağmur yağacak, ahiret hesabına etrafını sulayacak ve çevresini de gülşene çevirecekti. Çoğu zaman da, tebessüm eder, sinesini açar, onları bağrına basar ve aile fertlerine iltifatlar yağdırırdı. Onlar da bu tatlı havayı kaybetmekten korkar ve O'nun ahiret hesabına olan isteklerini yerine getirirlerdi.

İşte, Hazreti Fatıma her an vahyin sağanak sağanak yağdığı bu atmosferde neş'et etmiş ve yaşamıştı. Gözlerini açar açmaz Peygamberler Sultanı'nı görmüş ve Peygamberin dava-yı vilayette vâris-i hâssı olan Hazreti Ali'nin evinde de aynı havayı teneffüs etmişti. Efendimizin dâr-ı bekâya yolculuğundan altı ay sonra o da göçüp gitmişti. Efendimiz de Hazreti Fatıma da ayrılığın uzun sürmeyeceğini biliyorlardı. Çünkü bir gün Allah Resûlü sevgili kızının kulağına "Kızım, artık baban yolcu, ötelere yolculuk var!" deyince Hazreti Fatıma bir çığlık koparıvermişti. Onun ağlamasına dayanamayan Şefkat Peygamberi kızını tekrar yanına çağırmış ve kulağına "Kızım, ben gidiyorum ama ehl-i beytimden bana ilk kavuşacak olan da sensin. Yanıma herkesten önce sen geleceksin." demişti. Bu sözü bir müjde olarak bağrına basan Hazreti Fatıma artık tebessüm ediyor ve O'na kavuşacağı günü beklemeye duruyordu.

Siz, Fatıma annemizi arz etmeye çalıştığım şu birkaç misaldeki duruluğuyla tanımaya çalışın. Şu karelerde onun ne kadar duru ve ne kadar nezih yaşayan nasıl bir nezihe ve nasıl bir pâkize olduğunu anlayın. Fakat Efendimiz işte o pâkize annemize bile diyor ki; "Ya Fatımatü, işterî nefseki minallahi feinnî lâ uğnî anki minallahi şey'en = Kızcağızım, sen de nefsini Allah'tan satın almaya bak; zira âhirette senin adına da birşey yapamam." Efendimiz, bu sözüyle, "Allah, karşılık olarak cenneti verip mü'minlerden canlarını ve mallarını satın almıştır." (Tevbe- 9/111) mealindeki ayete telmihte bulunuyordu.. bulunuyor ve en yakınlarından başlayarak herkese ahiretin yamaçlarını işaret ediyordu.

Özetle

  • Gözüne ve hayâline hiçbir günah girmeden Hazreti Ali ile evlenen, daha yaşı 25 olmadan ahirete yürüyen, arkadan gelen bütün evliyâ ve asfiyâ'nın annesi olan Hazreti Fatıma validemiz, bütün ev işlerini bizzat kendisi yapardı.
  • Kızım, değirmen taşını yine kendin çevir, suyunu kendin taşı, evini de kendin süpür ama nazarlarını uhrevî âlemlerden sakın ayırma, senin ihtiyacın budur. Allah'ın rızasını istiyorsan, tesbîhe yapış, tahmîde sığın ve tekbîre tutun.
  • İşte O, böyle bir aile reisiydi; bazen rahmet dolu bulutlar gibi çehresinde tatlı bir yüz ekşiliği olurdu; ama bunun arkasında rahmet vardı, belliydi ki, yağmur yağacak, etrafını ahiret hesabına sulayacak ve çevresi de gülşene dönecekti.

Allah'a Yaklaşmanın En Emin Yolu Tebliğdir

Değişik vesilelerle arz ettiğim gibi, din-i mübîn-i İslam'ı tanıtmak, Allah'ı, Peygamber Efendimizi, Kur'an'ı, iman esaslarını ve İslam'ın şartlarını anlatmak bir mü'minin en önemli vazifesidir. Dünyada tebliğden daha mukaddes bir vazife yoktur. Eğer ondan daha kutsal ve Allah indinde daha makbul bir vazife olsaydı, Allah en sevdiği kullarını o vazifeyle yeryüzüne gönderirdi ve onu en önemli kurbet (yakınlık) vesilesi kılardı. Oysa Cenabı Hak, peygamberlerini tebliğ vazifesiyle gönderdi ve onları Kendine en yakın kullar yaptı. Enbiyâ-ı İzâm'ın yakınlığı, o mesajı hayatlarının gayesi sayarak insanlığa ulaştırma azim ve gayretinde olmalarından dolayıdır. Öyle ise, Allah'a yaklaşmanın en emin yolu da tebliğdir. İnsanlar bu yola ne kadar yakın dururlarsa, Allah'a da o kadar yakın olurlar.

Ne var ki, dini anlatmak ve din esaslarını başkalarına sunmak her dönemde farklı şekillerde ve değişik yollarla olabilir. Belli şartlar altında ve zamanın değişmesiyle, tebliğ yol ve usulleri de değişebilir. Belki değişmeyen tek esas vardır; o da, tebliğin temsille derinleştirilmesi.. yani; tebliğin yanında, tebliğ edilen şeyin temsil edilmesi. Zannediyorum, bizim ashâb-ı kiram ve selef-i salihîn efendilerimizden ayrıldığımız nokta da budur. Onlar temsilin gücünü arkalarına alıyor ve Allah'ın izniyle müessir oluyorlardı; ama biz her zaman öyle değiliz, öyle davranmıyoruz; temsil bizde ikinci planda kalıyor, belki bazı şeyleri anlatıyoruz, fakat çoğu zaman anlattıklarımızı hâle yansıtamıyoruz ve uygulamada problemler yaşıyoruz.

Vakıa, ashâb-ı kiram döneminde dil ve beyan da çok önemli bir unsur olarak öne çıkmıştı. Onlar da dili çok iyi kullanıyorlardı. Çok derin bir lisan, beyan ve söz zevkine sahiptiler; Allah onları Kur'an'ın muhatapları ve tebliğcileri haline getirmişti. Fakat dünyanın değişik yerlerinde İslam'ı sunarken, ulaştıkları her milletin dilini bildiklerini söylemek de mümkün değildir. Hatta siyer ve megazi kitaplarının anlattığına göre, onlar arasında yabancı dil bilen insan sadece üç-dört taneydi. Onlar da büyük ölçüde, Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) mektuplarını tercüme etmekteydi. Fakat sahabe efendilerimiz yabancı dil bilmeseler de, çok kısa zamanda dünyanın dört bir yanında kendilerini anlatma imkânı bulmuşlardı. Herkes adeta mum kesilmiş onları dinliyordu.. onlar mum gibi, hayır, projektör gibi gitmişlerdi ve gittikleri her yerde Allah'ın izniyle çok mumlar tutuşturmuşlardı. Onların etrafa ışık saçmalarının sırrı Temsilin gücündeydi.

Evet, tebliğ temsilin gücüne inzimam etmezse çok fazla tesirli olmaz. Temsil noktasında eksik kalan bir tebliğ bütün bütün tesirsiz olmasa da beklenen tesiri de gösteremez. Günümüzde dinin anlatılması hususundaki eksik-gedik de bundan kaynaklanmaktadır. Bugün, insanlar maksatlarını güzel ifade ediyorlar, süslü-püslü sözlere ve beyanın gücüne televizyon, radyo ve gazete gibi, gelişmiş teknolojiyle gelen nimetleri de ekleyerek maksatlarını çok güzel seslendiriyorlar. Ellerinde geniş imkânlar var; meseleleri istedikleri gibi kompoze edip câzip hale getirebiliyor ve bir anda milyonlarca insana ulaşabiliyorlar. Fakat yine de o ilkler seviyesinde müessir olamıyorlar. Demek ki onlarda olup da günümüz insanında bulunmayan bir haslet var; işte o haslet, tebliği temsille destekleme ve derinleştirme hususiyetidir.

Evet, bu önemli vazifeyi yüklenenler ve peygamberlik mesleğinde yürüyenler, ihsân-i İlahî olarak omuzlarına konan mukaddes bir yükün taşıyıcıları olduklarını çok iyi bilmelidirler. Nasıl bir eczacının ya da bir doktorun kendine göre bir kıyafeti oluyorsa, nasıl bir ameliyatta insanlar değişik kılık-kıyafete giriyorlarlarsa, bu önemli vazifenin tebliğcilerinin de kendilerine göre tavır ve davranışları olmalıdır. Onların, çok samimi, çok sâdık, çok vefalı ve vazifelerinde ısrarlı olmaları gerekir.

Sözün Özü

Günaha girmeme düşüncesiyle insanlardan uzak yaşamak ve topluma karışmamak bir yönüyle kabul edilebilir görünse de, böyle bir mülahaza bir başka açıdan egoizmanın değişik şekilde tezahürüdür ve büyük bir bencilliktir. Zira mü'min, diğer insanların ebedî saadete ulaşmalarını da düşünmek zorundadır ve kurtuluşunu başkalarını kurtarmaya bağlamalıdır. İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İnsanların arasına karışan, onların eza ve cefalarına katlanan mü'min, halktan uzak duran ve onların eziyetlerinden emin olmaya çalışan mü'minden daha faziletlidir."

Haftanın Duası

Ya Rab! O sahip bulunduğun en güzel isimlerin ve en ulvî sıfatların hakkı için günahlarımızı mağfiret buyurmanı, kusur ve ayıplarımızı örtmeni, bizi sevip razı olduğun amelleri işlemeye muvaffak kılmanı, Sana gönül bağlamış bütün müslüman kullarını haddini aşıp saldırganca davranan, düşmanlık duygularıyla oturup kalkan ve her zaman komplo peşinde koşan insanlık mahrumlarına karşı nusretinle teyid buyurmanı istirham ediyoruz. Gelip başımıza çöreklenen her türlü üzüntü, tasa, keder, sıkışıklık hallerinden kurtulmamız için bize nezdinden bir fereç ve mahreç, bir çıkış yolu gönder.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.