Yaptığınız Hiçbir İş Şeytanı Sevindirmesin

Münafıkların gönlünde günah, düşmanlık ve Peygamber Efendimiz'e isyan gibi cürümler üzerine kulis yapma duygusunu tetikleyen şeytandır. Onların bozuk tabiatları şeytandan gelen küçük bir tahrik karşısında hemen harekete geçmiş ve "Nasıl yapsak da şu Müslümanların hakkından gelsek; ne etsek de Peygamberin herhangi bir emrinin, herhangi bir teklifinin yerinde olmadığını dile dolayıp bir isyan cephesi oluşturuversek!" şeklindeki mülahazaların zihinlerine yerleşmesine zemin hazırlamıştır. Bu mevzuda yaptıkları fiskos ve fısıltılar o kötü duygu ve fena düşüncelerde boğulmalarına yol açmıştır. Bu itibarla da, o türlü meşru olmayan kulisler şeytandandır.

Ayrıca, bu tür uygulamalar, birer psikolojik muharebe unsuru olarak Müslümanların kuvve-i maneviyelerini kırmaları açısından da şeytandan sayılır. Çünkü münafıklardan beş-on tanesi gizli gizli toplantılar yapıp fısıldaşırlarsa, bu bazı mü'minler arasında bir kısım tereddüt ve endişeler hâsıl edebilir. "Acaba şu gizli toplantıda ne konuştular; ne türlü karar aldılar; nasıl bir "eylem planı"nda karar kıldılar?" gibi sorular akıllarına gelebilir. Bu zaviyeden, münafıklar günah, düşmanlık ve Peygamber Efendimiz'e isyan mevzuunda sürekli fiskos yaparlarken belki de bunların duyulacağını biliyorlardı. Fakat o necvâlarını aynı zamanda bir psikolojik savaş silahı olarak kullanıyorlardı. Mesela, Uhud'a çıkılırken kuvve-i maneviyenin takviyesine ve birlik ruhuna çok ihtiyaç vardı. Ne var ki, öyle kritik bir anda on tane insan bir araya geliyor, kafa kafaya veriyor ve gizli gizli bazı şeyler konuşuyorlardı. Onları gören sahabe efendilerimiz ister istemez "Acaba ne konuştular; kim bilir nerede ne yapacaklar? Yoksa diğerleriyle mi anlaşacaklar?" şeklindeki bazı endişelerle doluyorlardı. Dolayısıyla, münafıkların bu hareketleri bir psikolojik savaş silahı olarak mü'minler arasında az da olsa sarsıntı meydana getiriyor ve kuvve-i maneviyelerinin kırılmasına sebep oluyordu. Bu açıdan da öyle bir fısıltı şeytandan demekti.

Şeytan, böyle bir oyunu sadece münafıkların eliyle sahneye sürmez; bazen mü'minleri de kandırıp onlara da değişik roller oynatabilir. Kollektif şuuru zedelemek, inananlar arasına kuşku ve güvensizlik atmak ve böylece mü'minleri üzmek için şeytan türlü türlü tefrika tuzakları ve ayrılık komploları planlar. Aslında, salih bir toplumda, samimi birkaç insanın bir araya gelerek hususi mahiyette konuşmasından kimse rahatsız olmaz; çünkü Allah'tan korkan kimselerin şer üzere ittifak edeceklerinden endişe duyulmaz. Fakat şeytan gizli gizli konuşanları, hayırda necvâ yapıyor olma düşüncesiyle bir araya gelenleri zamanla aldatarak, onları "birr ü takva" çizgisinden uzaklaştırmak suretiyle gıybet ve tenkitlere sürükleyebilir. Bununla beraber, onların fısıldaşmaları ve gizlice konuşmaları diğerlerinin kalblerine de bir şüphe salabilir. Böylelikle mü'minler arasında bir güvensizlik atmosferi meydana gelir. Dolayısıyla, o türlü necvâlar da netice itibarıyla şeytandan sayılır.

Şeytanın oyuncağı kulis faaliyetleri

Böyle bir su-i akıbete duçar olmamak için, özel mahiyette konuşan ve gizli görüşen insanlar her zaman niyet ve maksatlarını gözden geçirmeli; konuşma süresince hemen her an makbul bir necvâ için ortaya konan şartlara riayet edip etmediklerinin muhasebesini yapmalı ve deyip ettiklerinde mutlaka Allah rızasını esas hedef edinmelidirler. Ayrıca, olabildiğine şeffaf davranmalı, gizli işler çeviriyormuş gibi bir hâl sergilememeli; görüşme zamanını, yerini ve mevzuunu bilmesi mahzurlu olmayan bazı insanlara da haber vermelidirler. Dahası, Peygamber Efendimiz'in (aleyhi ekmelü't-tehaya) "İki kişi kendi arasında, üçüncü kişiden izin almadan konuşmasın. Aksi takdirde, o kimse bundan alınır." hadis-i şerifleri istikametinde davranarak, kendilerini gören insanlardan izin almalı, toplantının muhtevasını anlatmasalar bile mevzuu hakkında kısa malumat vermeli ve o insanların tereddütlerini izale etmelidirler.

Zannediyorum, görüşmelerin en tehlikelisi, en öldürücüsü ve en kahredicisi ise, bir ya da birkaç Müslümanın bir mü'min veya mü'minler grubu hakkındaki fısıldaşmaları ve fiskoslarıdır. Birkaç kişinin arasındayken bir mü'min hakkında "Huyu huyuma uymuyor; şu yanını tasvib etmiyorum!.." diyerek onu tahkir etmek ve gıybetini yapmak günahtır. Ne var ki, gönülden bir pişmanlığın ardından helallik isteyip istiğfarda bulunmak suretiyle o günahın bağışlanması her zaman ihtimal dâhilindedir. Fakat, bir de bir mü'minler grubu aleyhine CD'ler hazırlamak; şeytanın bile aklına gelmeyecek iftiralarla o CD'leri doldurmak; aynı bühtanları gazete, radyo ve televizyon yoluyla da yayarak binlerce lisanla gıybet ve iftira etmek; hatta yalan ve iftira metinlerini dosyalar halinde yurt dışına kadar gönderip Müslümanları ehl-i dünyaya ve inancı dahi olmayan kimselere gammazlamak.. ve sırf bu maksada matuf kulisler yapmak, her mekanı bir fısıltı meclisi olarak kullanmak, sürekli komplolar ve eylem planları kurgulamak var ki, işte bu türlü şeytanî senaryolarda başrol oynayan kimseler, kutbiyet davasında ve gavsiyet iddiasında bulunan insanlar olsalar bile onların affedilmeleri mümkün değildir. Çünkü bunlarınki öyle şeytanî kulislerdir ki, yaptıklarının günah olduğu mülahazası bile yoktur onların içinde. Şayet, bir günahın günah olduğu kabul edilmiyorsa, ondan pişmanlık duymak ve istiğfar etmek de söz konusu olmaz, o günah devam eder, gider.. onu işleyen mücrimler de hiç vicdan ızdırabı çekmezler; nedamet hissetmezler; dolayısıyla, tevbe duygusuna da asla yanaşmazlar.

Özetle

  • Kolektif şuuru zedelemek, inananlar arasına kuşku ve güvensizlik atmak ve böylece mü'minleri üzmek için şeytan türlü türlü tefrika tuzakları ve ayrılık komploları planlar.
  • Toplantılarda şeffaf davranılmalı, gizli işler çeviriyormuş gibi bir hâl sergilenmemeli; görüşme zamanı, yeri ve mevzuu, bilmesi mahzurlu olmayan bazı insanlara da haber verilmelidir.
  • Görüşmelerin en tehlikelisi, en öldürücüsü ve en kahredicisi ise, bir ya da birkaç Müslümanın bir mü'min veya mü'minler grubu hakkındaki fısıldaşmaları ve fiskoslarıdır.

İslâmiyet, bütün mes’eleleri hâlletmeye kâfi midir?

Cevap: Evet, kâfi ve vâfîdir. Batı yeni yeni ihtida hâdiseleriyle bunun açık bir delilidir. Bir fabrikanın çalışma sistemini, onu kurup yapandan daha iyi kim bilebilir! En basit bir elektronik aletin dahi çalışma şeklini bir bilene danışıyoruz. İnsanı yaratan kim ise, onun gerek ferdî gerekse içtimaî yaşama tarzını en iyi bilen elbette O’dur. İnsanı Allah yaratmıştır. Öyleyse insan için en gerekli yol da O’nun gönderdiği yol olmalıdır.

Bugün bu realite herkes tarafından kabul ediliyor; zira, beşer eliyle ortaya konan bütün sistemler bir bir bugün iflas etmiştir. Geçici muvaffakiyetleri onların devamlı kalmalarına yetmemiştir. İşte tarihte görülen en meşhur beşerî sistemlerden feodalizm, kapitalizm, sosyalizm ve komünizm... bunların hemen hepsi de birbiri ardına yıkılıp gitmiş ve arkada bir sürü feryad u figan bırakmışlardır. Halbuki İslâm ilk kurulduğu günden beri özünden hiçbir şey kaybetmeden bugünlere gelip ulaşmıştır.

Batı, bu işin farkındadır. Bizim gönderdiğimiz mürşid ve mübelliğler Batı dünyasının birçok yerinde hüsn-ü kabul görmektedir. Pek çok yerde kilise anfileri âdetâ İslâm’a hizmet eder hâle gelmiştir.

Dünya yeniden bir İslâm anlayışına hazırlanıyor. Bugün altından kalkılamayan problemlerin ancak, İslâm ile hâlledileceği kanaati oldukça yaygındır.

Fazilet odur ki, düşmanlar dahi kabul ve itiraf etsin. İşte bugün o merhaleye gelinmiştir ki, düşmanlar dahi verdikleri beyânatlarıyla bu hakîkati kabullenmiş görünmektedir. Bugün Avrupa’da, İslâm’ı kabul ettiği hâlde, çevresinden endişe ettiği için, bunu açıklamayan pek çok insan vardır. Ve bunların ekseriyeti de kilise mensuplarıdır.

Sonra bu gibi sorulara müşahhas misal vermek için bütün mes’eleleri teker teker sayıp, İslâm’ın o mes’eleleri nasıl hallettiğini bir bir göstermek gerekir. Bu da birkaç ciltlik eserle ancak mümkün olacaktır. Soru-cevap faslında böyle bir mevzuu derinlemesine tahlil elbette ki imkânsızdır. Ayrıca onlar, İslâm’ın hangi mes’eleyi halledemediğini göstermeliler ki, biz de ona göre cevaplandıralım. Onlar mücerret sordukları için, elbetteki bizim cevabımız da mücerret olacaktır. Cevabı herkesçe müsellem olan bir mes’ele hakkında esasen daha fazla söz, hem israf hem de abesle iştigaldir. İslâm ise israf ve abes işi asla tasvip etmez.

Haftanın Duası

Rahmân ve rahîm Allah’ın adıyla... Dinimizi en güzel şekilde yaşama ve onu başkalarına da anlatma hususunda Allah bize yeter. Dünyamızı mamur kılma, yeryüzünde Hakk’ın muradını gerçekleştirme ve bu yolda karşılaşacağımız her türlü musibete sabretme noktasında Allah bize yeter. Zihnimizi ve kalbimizi meşgul eden her meseleye karşı -iyilik ve ikram sahibi, yegâne kerim- Allah bize yeter. Taşkınlıkla üzerimize hücum edenlere karşı -bütün zalimlere hadlerini bildirme kudretine sahip bulunan- Allah bize yeter.

Sözün Özü

Müslüman kişi bir hakka ulaşmak istiyorsa, o hakka ulaşma istikametinde kullanacağı argümanların üzerinde mutlaka "caizdir" veya "meşrudur" mührünün bulunması gerekir. Yoksa, "Nasıl olsa benim ikame etmeye çalıştığım bir hak abidesidir, bu mevzuda bazı bâtıl yolları da kullanabilirim." düşüncesine Kur’ân ve Sünnet asla cevaz vermez. Dolayısıyla denilebilir ki, eğer Müslümanlar bugün bir kısım mağlubiyetler yaşıyorlarsa, bunun arka planında, hakkı doğru anlayıp doğru temsil edip-edemediklerinin muhasebesinin yapılması gerekir.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.