İçimizdeki zehir; kıskançlık ve haset
Allah Resûlü bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurur: “Yalnız iki kişiye haset edilir. Biri, Allah’ın, mal verip hak yolunda harcamaya muvaffak kıldığı kişi; diğeri de, Allah’ın, kendisine ilim verip de onunla amel eden ve bunları başkasına öğreten (yani ilmini infak eden) kimsedir.” Burada Efendimiz, hasedi, gıpta manasına kullanmıştır. Yani insan, ilim sahibi birisinin ilmini neşrettiğini gördüğünde “Keşke ben de böyle olsaydım ve neşr-i hak yapsaydım!” duygu ve düşüncesiyle o kişiye gıpta ile bakabilir. Veya bir kimsenin olabildiğine serveti vardır, bu kişiye Allah, hem servet, hem de serveti değerlendirme, yani cömertlik vermiştir. O da malını tebzire girmeden hak yolunda saçar savurur, îsâr yapar ve sehavette bulunur. Bunu gören birisi: “Keşke benim de servetim olsaydı da böyle sarf ediverseydim.” duygu ve düşüncesiyle o kişi hakkında gıpta edebilir.
Evet, hasedin gıpta şeklinde olanı mahzursuzdur. Fakat bunun sınırı ayarlanamadığı takdirde bazen mahzurlu olan kıskançlık derecesine girebilir. Meselâ bir kimse, beğendiği, takdir ettiği ve gıptayla baktığı bir ehl-i ilim hakkında, daha sonraları, “Niye onda ilim var da bende yok!” duygu ve düşüncesi içinde olursa sınırı aşmış olur. İşte arada böyle ince bir fark vardır. Bundan sakınmak, dikkatle basmak ve o noktada batmaktan korkmak lâzımdır. İnsan, “Gıpta sınırındayım.” derken, farkına varmadan haset sınırına girmiş olabilir. O bakımdan mü’min kardeşlerinin gıpta damarını tahrik etmemek de gıpta edilecek hâlde bulunan kimselere düşen bir vazifedir.
Allah’ın sevmediği ve büyük günahlardan sayılan hasede gelince, bunun, insanın hem şahsî ve dünyevî hem de uhrevî hayatı adına büyük zararları vardır. Zayıf bir hadis-i şerifte, “Haset, tıpkı ateşin odunu yakıp bitirdiği gibi ameli ve hasenatı yer bitirir.” buyrulmaktadır. İnsan, amel yapar yapar da -Allah muhafaza buyursun!- döner haset ederse her şeyi birden gider. Böyle açıktan açığa hasedin dışında, başkalarını kıskanma hâlet-i rûhiyesi içinde bulunan birinin de bazen ibadet ü taatin feyzini, bereketini, yümnünü ve hayrını görmemesi söz konusudur. Meselâ böyle bir kimse, birinin namazını kıskanıyorsa, mütemadiyen huzur ve huşu içinde namaz kılan o insanı gördükçe veya tahayyül ettikçe, namazından zevk alamadığı gibi kalben de asla terakki edemez ve Hakk’a yaklaşamaz. Bu yönüyle de o, manevi huzurunu yer bitirir. Öte yandan da Cenâb-ı Hakk’ın bir insana takdir ettiği şeyi, kaderi tenkit manasında istemediğinden dolayı, kadere karşı gelir ve Allah’a karşı da sû-i edepte bulunmuş olur. Mevlâ, kimine cemal, kimine mal, kimine mansıp, kimine de câh vermiştir. O kimse, Mevlâ’nın onun hakkında kader programıyla takdir ettiği şeye razı olmadığından ötürü, doğrudan doğruya attığı tenkit taşları kaderedir ve böylece o, -hâşâ- Allah’ın icraatını tenkit etmiş sayılır.
Şimdi de meselenin dünyaya ait yönüne bakalım. Haset eden insan, mahsuddan (haset edilen kişi ) evvel kendi kendini yer bitirir. Zira Cenâb-ı Hakk’ın onun hakkındaki nimet ve takdirlerini gördükçe müteessir olur. Hasta olur, yıpranır. Kalbi zaafa uğrar, bedeninde ciddî bir zaaf hissetmeye başlar. Çünkü bu durum, onun uykularını kaçırır.
Hasetten kurtulma yolları
1. Hasetten kurtulmak çok kolay değildir. Çünkü o, ahlâk-ı seyyienin insan tabiatında en köklü olanıdır. Eğer insan, hasedin bu kabîl maddî-mânevî zararlarını düşünebilirse ihtimal ondan kurtulabilir.
2. Kişi, Cenâb-ı Hakk’ın herhangi bir insana verdiği nimetlerin encamını düşünmelidir. Bir kimsenin zâil ve fâni şeylere karşı bâkileştirebileceği nimetleri o yolda heder etmesi kâr-ı akıl değildir. Meselâ birinin nimetler içinde yüzdüğünü gören kimse, haset etme yerine şöyle demelidir: “Cenâb-ı Hakk’ın bana verdiği şeyler de bir nimettir. Ben başkasının nimetlerini kıskanma ile uğraşırken bana verilen bu nimetleri bâkileştirmezsem, işte o zaman kaybetmiş olurum.”
3. Bir insanda gördüğümüz nimetin elde edilme yollarına bakılmalıdır. Zira her şeyin kendine göre bir elde edilme yolu vardır. Bu itibarla, servet sahibi birini gördüğümüzde, o serveti elde etmenin yoluyla onu kazanmaya bakmalıyız. İlim, makam, mansıp gibi şeylerde de aynı şeyi düşünebiliriz. Evet, zannediyorum, “Her şeye yoluyla varılır.” prensibiyle, yoluyla o noktaya varmak ve o durumu ihraz etmek mülâhazası kısmen haset rahatsızlığını izale eder.
4. Şu fâni dünyada fâni şeylere bel bağlayıp gönül vermek, onların bizde olmasını temenni edip başkalarınınkinin de zevalini düşünmek, mümine asla yakışmaz. Kişi, Cenâb-ı Hakk’ın bâki nimetlerine hasr-ı nazar ederek bunların zevali ve bâki nimetlerin de bekâsı muvazenesiyle hasedine konu teşkil eden şeyi değerlendirebilir.
5. Ayrıca haset eden, hiç olmazsa bu hissini izhar etmemeye bakmalı ve bu mevzuda kendini zorlamalıdır. Evet, kişi, hasedi izhar etmek suretiyle kendini hasede alıştırmamalıdır. Bu noktada kendisini tedip etmeli, elini, ağzını, gözünü, dilini ve kulağını kontrol altında tutmalıdır.
6. Kişi, başkalarının mazhar olduğu nimetleri araştırıp karıştırmamalı ve derinliğine vâkıf olmayı düşünmemelidir. Madem kendisinde böyle bir hastalık var, bunun tedavi ve çaresi, mümkün olduğu kadar onların mazhar oldukları nimetleri görmemektir. Aksi takdirde kendisini kıskandıracak şeyler karşısına çıkarsa rahatsız olur.
Haftanın duası
Ey bütün mülkün sahibi olan ve keremine hudut olmayan rahmeti engin Rabb’imiz! Yüce Zâtına yakınlıkla serfiraz kıldığın kulların için nezdinde tuttuğun lütuflarla biz aciz ve muhtaç kullarını da sevindir ve bizi, mahrum ve ümitsizliğe yenilmiş bîçarelerden eyleme. Ya Rab! Mevhibe sağanaklarınla bizi de sırılsıklam hale getir. Ulûhiyetinin ve Rubûbiyetinin sırlarını bize de aç ve yüce katından göndereceğin inayetle bizi de te’yîd buyur.
Sözün özü
Allah’a en hızlı ulaşan dua ve niyazların kaderi büyük ölçüde iç sızlamalarına ve gözyaşlarına bağlanmıştır; bağlanmıştır zira gönül heyecanlarını gözyaşlarından daha seri, daha duru aksettirecek bir başka şey göstermek mümkün değildir. Gönülden hıçkırıkların bayrak çektiği yerlerde, günah orduları tarumar olur gider. Hüşyâr gönüller, gelip vicdanlarına çarpan bu tür kabul esintileriyle âdeta berd ü selâm yaşar ve serinlerler.
- tarihinde hazırlandı.