Musibetlerin dilini okumak!
Doğrusu, musibet ister yangın, ister sel, ister deprem ve isterse heyelan olsun, onun bir mana ifade etmesi, sadece ve sadece inanmış insanlar için söz konusudur. İnkâr, dalâlet, küfran ve gaflet içinde yuvarlanıp giden, Kur’ân’ın ifadesiyle “Kör, sağır ve dilsizler” (Bakara Sûresi, 2/18, 171) ufkunda yaşayanlar için musibetler uyarıcı bir mana ifade etmezler. Onun içindir ki, Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Mü’minin durumu şayan-ı takdirdir. Niye olmasın ki; onun her işi hayırdır ve bu da mü’minden başkası için müyesser değildir. O, neşe ve sevinç ifade eden bir duruma mazhar olunca şükreder; bu onun için bir hayır olur; herhangi bir sıkıntıya maruz kaldığında da sabreder, bu da yine onun için hayır olur.” hadisleriyle bu önemli hususa işaret buyurmaktadır.
Bu hakikati böylece tespit ettikten sonra, birkaç hususa temas etmek gerekir:
1. Başımıza gelen semavî ve arzî musibetlerin niçin ve nedenlerini kavrayabilmek bir ölçüde “te’vil-i ehâdîs”i bilmeye bağlıdır. Yusuf sûresinde geçen bu tabiri her ne kadar bazıları, sırf rüyaların yorumu şeklinde ele alsalar da, rüya tabirlerinin yanında onun bir diğer anlamının da eşya ve hâdiselerin akışından çıkarılan manalar olduğunda şüphe yok. İşte bu çerçevede, cereyan eden felaketlerde ilâhî ikazın sezilmesi çok önemlidir ki, bunu böyle anlamak da te’vil-i ehâdîsin bir yanı olsa gerek... Dolayısıyla yangın, sel, heyelan, patlama ve diğer bütün musibetleri, bu ülke insanına Cenâb-ı Hakk’ın bir ikazı, bir tembihi olarak değerlendirmek, eşya ve hâdiselere mü’mince bir bakışın sonucu olsa gerek. Tabiî, musibet televvünlü bu ikazlar, bizler için hep rahmet buudunda cereyan etmektedir. Yani dış görünüş itibarıyla bunlar her ne kadar şer gözükse de, varlığın perde arkası ve neticesi itibarıyla hayırdır. Ne var ki, bunları herkesin sezmesi ve kavraması da âdeta imkânsızdır.
Meselâ, Rihter ölçeğine göre 3 derecelik bir deprem olur. Bununla önce birçok insan, Rabb’iyle olan münasebetleri açısından teyakkuza geçer. Sebeplerin bütünüyle sukût ettiği o hengâmda ve onu takip eden günlerde, müsebbibü’l-esbab olan Allah’a öyle bir yönelir ki, o yönelişte “sırr-ı tevhid” içinde “nur-u ehadiyet” tecellî eder. Ve sanki bu yönelişiyle herkes, Allah ile direkt telefonla görüşüyor, konuşuyor gibi olur. İşte böyle bir münasebet, bir “ân-ı seyyâle” bile sürse, insan onunla veli olabilir. Hatta o bir ân-ı seyyale, insana Cennet hayatını bile kazandırabilir.
Veya yine bu deprem vesilesiyle, günümüzün büyük problemlerinden biri olan çarpık şehirleşme, gecekondu, binaların statik hesaplamalarının iyi yapılmaması vs. gibi dünyevî hayatımızı ilgilendiren noktalarda gerek halk, gerekse idarî erkân çeşitli düzenlemeler içine girebilirler.
Veya bir yerde sel felaketi olmuştur. Orada cezaya istihkakı bulunanlar cezasını bulmuş, istihkakı olmayanlar ise ölmüşseler şehit olmuş, zayi olan mal mülk de sadaka hükmüne geçmiş sayılır. Öte yandan bu vesile ile birçok insan da, ciddî bir teyakkuzla Rabb’ilerine yönelerek kurbet (Allah’a yakınlık) kazanmışlardır ki, zannediyorum bununla elde edilen yakınlık günde bin rekât namaz kılmakla bile elde edilemez.
Ayrıca bu vesile ile heyelanların önlenmesi adına mühendisler tarafından arazinin tetkiki, uzmanların, akademisyenlerin bu mevzuda teyakkuza geçmesi, gönüllü kuruluşların ve devlet erkânının bu işe sahip çıkması gibi güzel neticeler de elde edilir ki, bunlar bütünüyle mahz-ı hayırdır.
2. İlâhî ikaz olan bu hâdiselerde, kat’iyen teşe’üme (şerre yorma) gitmemelidir. Zira yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, bunlar musibet de olsa, sonuçları veya melekût cihetleri itibarıyla rahmet buudunda tezahür eden ilâhî ikaz ve tecellîlerdir. Meselâ, Allah, bazen sizin ayağınıza bir diken batırır ve o dikenle sizi teyakkuza sevk eder ki, daha büyük, daha çok diken ayağınıza batmasın.
3. Objektif olmadığı için, mânevî irtibatını tam ayarlamamış olan insanların, belki de anlayamayacakları, hatta itiraz edecekleri sübjektif bir değerlendirmedir bu. Bahsi geçen semavî, arzî belâ ve musibetlerle, neticede masum, bîgünah kadınlar, çocuklar, ihtiyarlar ölüyor veya öldürülüyorlar ise, demeli ki, bunlar, tıpkı bir paratoner gibi belâları üzerlerine çekiyor ve umumî musibetlerin gelmesine engel oluyorlar...
Yalnız böyle bir yaklaşım, ledünnî ve ehlullahın keşfen görebileceği bir husustur. Evet, bu insanlar “İkisi de Hakk’a inkıyat edip teslim olunca O, kurban etmek üzere oğlunu yere serdi.” (Sâffât Sûresi, 37/103) ruhunun temsilcileridir. Onlar İbrahim ve İsmail gibi, âdeta kurbanlık koyun misali boyunlarını Hakk’a uzatır, “Çal bıçağı!” derler. Hâsılı, küçük musibet, büyük musibete karşı bir sed veya küçük kaymalar, büyük kaymalara karşı ikaz edici birer mana ifade etmektedir.
Bir kere daha namaz
İnsan, namaz ibadeti ile tıpkı günebakan çiçeklerinin güneşe bakarak gelişimlerini tamamlamaları gibi gelişmesini tamamlayabilir. Günde 5 defa Rabb’isine teveccüh ederek, pörsüyen duygularını, solan şuurunu yeniden canlandırabilir.. ve tekrar zindelik kazanabilir.. kazanabilir ve böylece Rabb’isine olan ahd ü peymânını yeniler. Bu yönüyle namaz, Allah’ın bizlere en büyük bir lütfudur. Bunun yokluğu, güneşin yokluğu gibidir. Nasıl güneş olmadığında -sebepler plânında- günebakan çiçekleri de yoktur; öyle de ibadet olmadığında, bir anlamda insan da yoktur. Öyleyse ibadete gerçek anlamda muhtaç olan bizleriz.
Namaz kılan ve Rabb’isinin huzurunda şarj olan bir insan, atılacağı ticarî hayatında haramlardan, mekruhlardan olabildiğine kaçınır. Özellikle gün ortasında kıldığı öğle, ikindi namazları, insanın murakabe ve muhasebe hislerini coşturur. O mekanizmayı harekete geçirir ve insanı yanlışlar içine düşmekten kurtarır. Akşam, yatsı, teheccüd ve sabah namazları ise
Nâçâr kaldığı yerde,
Nâgâh açar ol perde,
Derman olur her derde.
dizeleriyle anlatılmak istenen esrarın tecelli merkezleridir.
Ve namaz Müslümanın günlük hayatını düzen ve nizam altına alan cebrî bir faktördür. Günde 5 defa Rabb’in huzuruna çıkan insan, ister-istemez, hayatını bir düzen içine sokar. Sabah namazından sonra işine başlar. 6-7 saatlik yoğun bir mesai ile yorulunca, öğle namazı ile yeniden zindelik kazanır. Döner ikindiye kadar tekrar çalışır. İkindi namazı ile yeniden zihnî ve bedenî dinlenme faslı yaşar. Zaten böyle bir mesaî tanzimi olmasa, o iş yerinden netice almak âdeta imkânsız denecek ölçüde azalır. Namazdaki bu esasları bilemeyen, sezemeyen insanlar huzursuzluk girdabına kapılır ve bunalımdan bunalıma sürüklenir giderler.
Hâsılı, işlerinin çokluğundan namaza vakit bulamayanlar, İlâhî gerçeklere gözleri kapalı olanlardır. Buna göre imandaki zafiyet, iman esaslarına inanılması gerektiği ölçüde inanmama ve bir-iki noktasına temas ettiğimiz namaz hakikatini kavrayamama, maalesef insanımızı bu türlü düşünceler içine sokabilmektedir. Bunlardan kurtuluş yolu ise yakîn derecesinde bir iman ve onun hayata yansıtılmasıdır.
Haftanın duası
Ey kendisinden istekte bulunulanların en cömerdi ve ey talepleri yerine getirenlerin en hayırlısı Yüce Rabb’im!.. Bilerek ya da bilmeyerek işlediğim günahlardan dolayı beni yarlığamanı ve hususi himayene, İlahî riâyetine almanı diliyorum. Sana karşı her an kulluk şuuruyla yaşayabilmenin kapısını ve ihsan sırrını benim için aç; beni peygamberlerin, sıddıkların, şehitlerin ve sâir sâlih kulların yoluna hidayet eyle.
Sözün özü
İslâmî düşünce için bir araya gelmiş insanların bütünü hidayet üzeredir. Evet, eğer bir topluluk, Cenâb-ı Hakk’ın rızası istikametinde hareket ediyorsa yaptığı şeylerde başarılı olsun veya olmasın, o, Hakk’ın rızasını kazanmış demektir. Dinî hizmetler adına atılmış her adımı aynı şekilde değerlendirmemiz mümkündür. Ayrıca, farklı farklı insanların aynı duygu ve düşünce etrafında birleşip hizmet etmeleri ilâhî inâyetin bir tezahürüdür.
- tarihinde hazırlandı.