Kâinatın dışı
Soru: Kâinatın kapladığı alanın dışında ne vardır?
Kâinatın ötesinde ne olduğunu bilemiyoruz. Şimdiye kadar bu mevzuda bir şey de söylenmemiştir. Âyet ve hadislerde bahsedilen yedi kat sema, Samanyolu ve onun gibi değişik galaksiler içinde bir kısım yıldızların birbirine bağlanmasından ibaretse yedi katın üstünde olan şeyleri kendilerine has keyfiyetleriyle bilemeyiz… Ehl-i tahkik, tefsirlerde daha ziyade yedi kat semayı bütün kâinata teşmil görürler. Samanyolu bu sistemlerden sadece bir tanesi ise bunun dışında daha nice sistem mevzubahistir… Şayet bunlar dairevî veya helezonî bir hat çizerek belli bir istikamete doğru yürüyorlarsa işte mekân dediğimiz şey bundan ibarettir. Vâkıa bütün sistemler belli bir istikamete doğru yürümektedir. Bu da daha ziyade astrofizikle uğraşanların bilecekleri bir husustur.
Astrofizikçiler bu konuda bir nazariye olarak şunları söylemektedirler: Bütün mekân henüz devrini tamamlamamıştır. Ancak kavis yarıya kadar çizilmiş ve bugüne kadar ancak o noktaya gelinmiştir ve bunun üstünde ibreler süratle dönmektedir. Kâinatın ömrü, henüz o ibrenin nihaî atması gibi ömrünü tamamlamamıştır. Bunların dışında mekân hakkında kat’i bir şey söylemek de mümkün değildir.
Yedi kat semayı, şu âlem-i mekân ve âlem-i kevne bağladığımız zaman bunun ötesinde âyet ve hadislerin ifadesiyle, bir “kürsî” vardır. Nitekim Âyetü’l-kürsî bize bunu anlatır. Kürsî, hükümranlığın tahtı demektir ve bu kürsî Allah’ın kürsîsidir. Ancak Allah (celle celâluhu) cevher ve araz değildir ve O’nun misli yoktur. Buradaki kürsî bir teşbihtir ve te’vil ister. Ben, bunun ilmini, selef mülâhazasıyla, Allah’a havale ederim. Ancak meseleyi halefin tevil anlayışıyla ele alacak olursak, Allah bütün kâinatta geçerli saltanat-ı uzmasını ifade için bize meseleyi tıpkı beşerin saltanatı şeklinde ifade etmiştir. Bir hükümdarın, şarka ve garba hükmederken bir daire-i saltanatı vardır. Mesela Osmanlılar otuz altı sene Söğüt’ü, otuz sene Bursa’yı, seksen sekiz sene Edirne’yi ve uzun yıllar da İstanbul’u payitaht yapmışlardır. Hükümdarın kürsîsi orasıydı ama bu bir cisimdir. Hükümdar, araz ve cevherden mürekkep olduğundan kürsîsi de kendisi gibi olacaktır. Ancak, Yüce Allah mekân cinsinden değildir. O, bir insanın aklına gelen her şeyden başkadır. Öyleyse kürsî de başkadır.
Allah’ın (celle celâluhu) bütün kâinatta işleyen hükümleri, şeriat-ı fıtriyenin idaresi o kürsîden gelmektedir. Allah’ın Kürsîsi semavat ve arzın üstünde olmakla beraber semavat ve arzı kaplamıştır. Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) ifadesiyle, semavat ve arz, kürsîye nispeten çöle atılmış bir halka gibidir. Kürsînin ötesinde ise arş-ı Rahman vardır. Yine Efendimiz’in ifadesiyle arşa nispeten kürsî, sınırı olmayan sahraya atılmış küçük bir cisim gibidir.[1] Arş, hükümranlığın bulunduğu yer, taht anlamına gelir. Ancak bu da bir teşbihtir. Allah’ın misli gibi bir şey yoktur. Cenab-ı Hak, hayalde vücut bulan her şeyden müberra ve münezzehtir.
تَعَالَى اللهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ، وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ
[1] Bkz.: İbn Hibbân, es-Sahîh 2/77; Abdullah İbn Ahmed İbn Hanbel, es-Sünne 1/247, 304.
- tarihinde hazırlandı.