Kur’ân üslubu açısından Allah’ın kendisine “Biz” demesi
Soru: Bazı âyetlerde Allah Kendisinden “Biz” diye bahsediyor. Bunun sebebini açıklar mısınız?
Kur’ân-ı Kerim’deki bazı âyetlerde Cenab-ı Hak, Kendisinden bahsederken “Biz” ifadesini kullanır. Mesela, “Biz gerçekten insanı en güzel biçimde, en mükemmel surette yarattık.” (Tin sûresi, 95/4) âyetinde olduğu gibi Allah, insanı ahsen-i takvîme mazhar olarak yarattığını anlatırken “Biz” ifadesine yer verir. Âdeta insan, kâinatın takvîmi ve bütün yüce mânâlar kendisinde toplanmış bir fihrist gibidir. Akif, “‘Muhakkar bir vücudum!’ dersin ey insan!” diye başladığı bir şiirinde insana;
Senin mâhiyetin hattâ meleklerden de ulvîdir;
Avâlim sende pinhandır, cihanlar sende matvîdir.
diye seslenir. O, şiirin başına Hazreti Ali’ye (radıyallâhu anh) isnat edilen, “Kendini küçük bir cirim (cisim) görüyorsun. Hâlbuki bütün âlemler sende gizlidir. Sen bütün hakikatlere bir fihristsin.”[1] sözlerini alır. İnsan öyle mükemmel yaratılmıştır ve Cenab-ı Hak da onun yaratılmasıyla alâkalı kemâl-i azâmeti (büyüklüğünün kemâli) ifade eden “Biz” sözüyle bu tasarrufu anlatmaktadır.
Arap dilinin karakteristik bir özelliği olarak “Biz” denilecek yerde “Ben”; “Ben” diyecek yerde de “Biz” denilebilir. Bu itibarla bazı yerlerde Cenab-ı Hak “Ben” derken bazı yerlerde de “Biz” der. Dil bakımından bu ikisi arasında fark yoktur. Fark gözetildiği takdirde de, sadece muhteşem saltanat sahibi birisinin “Biz” demesini Araplar belağata uygun görürler. Aksine sıradan bir insan “Biz” dediği zaman da bunu gurur ve kibir sayarlar. Bu, Arapçanın karakteristik bir hususiyetidir.
Cenab-ı Hak, Kur’ân âyetleriyle saltanat-ı âmme hesabına hitapta bulunduğu zaman, azamet ifade eden “Biz” sözüyle o hususu ele aldığı görülür. Cenab-ı Hakk’ın mahlûkatla konuşması, ya hususi olarak vicdanlara ilhamlar şeklinde ya da bütün insanlığı veya mahlûkatı ilgilendiren nübüvvet sahibine vahiy şeklinde olur. Bu konuşmalar ya umumi saltanat hesabına veya hususi bir fertle konuşma şeklinde cereyan eder. Şöyle ki; mesela, devlet adamlarından biri, yetkili bir zata, “Halkına karşı davranışın şöyle olsun!” der ve bunu hususi bir telefonla, hususi bir raiyetine, hususi bir iltifat şeklinde, hususi bir emirle yapar. Buradaki konuşma “Ben, senden şunu şöyle yapmanı istiyorum.” şeklinde hususi bir hitap olur. Bazen de bütün halka, radyo veya televizyondan seslenir ve “Biz hükümet olarak şöyle kararlar aldık.” denilir. Burada kullanılan üslup, hâkimiyetin, hâkimiyet-i âmme adına dili ve ağzıdır ve bu konuşma umumidir. Kur’ân âyetlerinde bunu sıkça görebiliriz. Mesela, Cenab-ı Hak “Ben” dediği yerde, “Ey Musa! Ben senin Rabbinim! Ayakkabılarını çıkar, kutsal bir vadi Tuva’dasın.” (Tâhâ sûresi, 20/12) buyurur. Burada, Hazreti Musa’nın (aleyhisselâm) hususi kurbiyet istemesi ve müşâhede arzusu üzerine Cenab-ı Hak da, onunla muhaveresi esnasında, إِنِّي أَنَاۨ رَبُّكَ “Ben senin Rabb’inim.” (Tâhâ sûresi, 20/12) diye ona hitap eder. Bu hitapta bütün İsrailoğullarını veya umum beşeri ilgilendiren bir emirname yoktur.
Aksine böyle bir emirnamenin bulunduğu ve bütün mahlûkatı ilgilendiren bir husus anlatılırken de وَمَۤا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ “Ey Habib-i Zîşânım! Biz Seni bütün insanlığa rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya sûresi, 21/107) buyurur. Hazreti Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) âlemlere rahmet olarak gönderilmesi, bütün varlığı alâkadar eden bir husustur. Zira inananlar ancak bu sayede dünyevî ve uhrevî hayatlarını tanzim edebilmiş ve huzura ermişlerdir. Bu sayede kâfirler de İslâm’ın prensiplerinden istifade etmiş ve hayatlarını yeniden düzene koymuşlardır. Yani küfr-ü mutlakları tereddüde, şüpheye yükselmiş ve dünyevî lezzetleri kendilerine zehir etmekten kurtulmuşlardır.
Evet, Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) peygamber olarak gönderilmesi bütün insanları alâkadar eder. Çünkü O, bütün canlıların korunmasına dair prensipler getirmiştir. Daha sonraki devirlerde Avrupa’da ortaya konulan hayvan hakları, ilk olarak Resûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) tarafından getirilmiştir. Tekrar edelim, O’nun gelmesi bütün mahlûkat için ayn-ı rahmettir. Çünkü küfür sebebiyle garip ve yetim olan mahlûkat ve umumi bir matemhane olan kâinat, Hazreti Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) sayesinde mektubât-ı Samedâniyeye dönüşmüş ve her şey kendi seviyesine göre Allah’a ayna olmuştur. Yani mahlûkat, Resûl-i Ekrem’in gelişiyle şereflenmiş, kıymet kazanmış ve kıymetsiz, değersiz bir kömür olmaktan çıkmış, elmas mertebesine yükselmiştir. Bundan dolayı mahlûkatın kendi nev’ini temsilen O’na bir hoşâmedisi vardır. Bunu ifade için Allah Resûlü şöyle buyurur: “Bana peygamberlik geldikten sonra uğradığım her taş ve ağaç ‘Selâm sana Ya Muhammed’ diye selâm veriyordu.”[2]
Sahabî bize, bir devenin Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) ile konuştuğunu anlatır.[3] Şöyle ki bir deve gelip Efendimiz’in önünde saygısını göstermiş, O’na nev’i namına “Hoş geldin!” demiş ve lisan-ı hâliyle “Ya Resûlallah, Senin gelmenle develerin de bir mânâsının olduğu anlaşıldı. Artık insanlar beni de ilâhî bir kitap olarak rahatlıkla okuyor ve mârifet-i Sâni’e giden yollar bulabiliyorlar.” demek istemiştir. Aynı şekilde ağaç, âdeta “Ben ne zamandır insanlara meyve veriyordum ama, alıp yemelerine rağmen nereden geldiğimi, nasıl olduğumu bilemiyorlardı. Sen geldin ve benim, Allah’ın bir nimeti olarak geldiğimi ilan ettin; ben mânâmı Seninle buldum.” diyordu.
İşte bunlardan dolayı “Seni bütün âlemlere rahmet olarak gönderdik ey Habib-i Zîşânım!” ifadesi bütün mahlûkatı ilgilendiren bir mevzudur. Bundan dolayı Kur’ân, saltanat-ı âmme hesabına umum beşerin duyabileceği bir tarzda konuşur ve O’na böyle hitap ederek “Biz” ifadesini kullanır.
Bütün âlemlere hitap etme açısından Kur’ân-ı Kerim’in indirilişiyle alâkalı bir âyet daha vardır. “Biz, Kur’ân-ı Kerim’i Kadir Gecesi ceste ceste indirdik.” (Kadir sûresi, 97/1) Evvela Levh-i Mahfuz’a, oradan da peyderpey Hazreti Peygamber’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) indirilmiştir ki o, bu yönüyle bütün beşeri ilgilendirir. Allah Resûlü, âlemlere rahmet olduğu gibi Kur’ân-ı Kerim de O’nun tercümanlık yaptığı hakâik-i kâinatı dile getiren bir tercümedir. Bu itibarla Hazret-i Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) tecessüm etmiş bir rahmet olması gibi, Kur’ân da O’nun dilinde ifade hâline gelmiş bir rahmettir ve bütün mahlûkatı ilgilendirir. Çünkü Kur’ân-ı Kerim bütün kâinatın bir tercümesidir; bütün mahlûkatın mânâsını ifade eder. Bu yüzden Allah (celle celâluhu), “Biz, Kur’ân-ı Kerim’i Kadir Gecesi indirdik.” derken saltanat-ı âmme hesabına bunu ilan ediyor demektir. Aslında Kur’ân’ın bütününe bu zaviyeden bakılabilir.
[1] el-Münâvî, Feyzu’l-kadîr 5/366.
[2] Tirmizî, menâkıb 6; Dârîmî, mukaddime 4.
[3] Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 4/173; Taberânî, el-Mu’cemü’l-evsat, 9/81.
- tarihinde hazırlandı.