Seçilen kelimelerdeki dil incelikleri (25. âyet)

Seçilen kelimelerdeki dil incelikleri (25. âyet)

وَبَشِّر’deki و; atfedilen şeyler arasındaki münasebete binaen aynı zamanda bir inzara da işaret etmektedir. Zira bu şeyler mütekabildirler ve zıt, zıddı üzerine atfedilmiştir. Biz Kur’ân’da çok defa bunu görürürüz. Böyle zıddın zıdda atfı, peşi peşine gelmesi, yan yana izah edilmesi, bir mânâda Kur’ân ifadesi ile “mesânî” cümlesindendir.[1] Şöyle ki, önce mü’min anlatılır sonra kâfir.. veyahut önce kâfir sonra da mü’min; önce süedâ sonra eşkiyâ; önce süedânın sa’yine terettüp eden niam-i ilâhiye daha sonra eşkiyanın şekavetine terettüp eden azab-ı elim... Buna, daha önce geçtiği üzere tekâbül veya mukabele sanatı da deriz. Binaenaleyh Kur’ân’ın tebşiri inzarla, tergibi terhible, recâyı havfla beraber ele almasından hareketle, وَبَشِّر ifadesindeki tebşir emrinin başında bulunan atıf vâvı, nazarlarımızı, mâkablindeki inzara çevirir.

بَشِّر kelimesi “müjdele” demektir. Ekstradan ve sürpriz olarak mânâsını hatırlatan müjdeleme ifadesi, İşârâtü’l-İ’câz’da da ifade edildiği gibi[2] esasen Cennet’in fazl-ı ilâhî olduğunu göstermektedir.. evet, Cehennem adl-i rabbânî, Cennet ise fazl-ı ilâhidir. Günahları ve kötülükleri, insanın nefsi ister ve o Cehennem’e müstahak olur. Cennet’i isteyen ise esbabıyla ister ki, onun vücudu, bütün esbabının vücuduna vâbeste ve mütevakkıftır. İnsan, ameliyle Cennet’i elde edemez; onu dileyen ve hazırlayan ihsan-ı ilâhî ve rahmet-i rabbâniyedir. Sözün özü, Cennet tamamen Rabbânî bir lütuftur.

اَلَّذِينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesinde iman ve amelin her ikisi de mâzi fiille îrad edilmiştir. Bunda bir tasvir söz konusudur. Bu tasvir sayesinde, hâdiseler insanın gözünün önünde cereyan ediyor gibi olur. Fiille yapabildikleri nispette fiilen, yapamadıkları zaman da niyetleriyle hep o işte kâim olma adına çok canlı bir resim ortaya konmaktadır. Amele teşvikte böylesi gayet latif düşmektedir. Buna mukabil mükâfat da vukuu muhakkak bir kelime ile anlatılmalıdır ki, onlar için şevklerini şahlandırıcı olsun. Yani, “Mutlaka size o nimetler verilecek, hiç diriğ etmeyiniz. İman edip sâlih amel yaptıktan sonra bu muhakkak olacaktır.” denerek mükâfat sadedinde o nimetler hatırlatılmış olmaktadır. İman ve amel sahiplerine beşaretin yapılması, mükâfat sadedinde anlatıldığından dolayı, o eltâf-ı ilâhiyeye vukuu muhakkak nazarı ile baktırmak ve şu anda hazır bulunan Cennet’le sevindirmek ve yine herkes için muhtemel olan Cehennem’den sakındırmak adına bu kiplerin seçilmesi fevkalâde mânidardır.

الصَّالِحَاتِ kelimesi, ıtlâkı (herhangi bir sıfatla kayıtlanmadan mutlak olarak zikredilmesi) ile bütün güzel işlere şamildir. Hatta hâlis bir niyet dahi bu sâlihât içine girebilir. Sünûhat’ın başında ifade edildiği gibi[3] bu meselenin ıtlâkında tamim vardır. Bir kelime ile çok şeyler ifade edilmiştir.. lafız ve kalıp, çerçevesini aşkın mânâları ihtiva etmektedir.

أَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ âyetini teşkil eden sözcükler arasında da bir “tecâvüb”, bir “tesânüd”, bir “teânuk” söz konusu. Şöyle ki, anlatılmak istenen şey, Cenab-ı Hakk’ın mü’minlere ilâhî nimetleri ve orada bütün hâdiselerin onların lehinde cereyan etmesidir. Dünyada değişik musibetlere giriftar olan münafıkların durumunda müşahede ettiğimiz, her hâdiseyi aleyhlerinde görüyor olmalarına mukabil, bunlarsa her hâdiseyi lehlerinde sayabilecek bir durumu elde etmiş bulunmaktadırlar. Öncekilerin hayatları dünyada başlayıp dünyada bitmekte, sonrakilerinki ise ebedler âleminde sürüp gitmektedir.

İşte şu cümlede, teker teker kelimelere baktığımızda, onları omuz omuza, el ele, kol kola bir araya gelmiş, insanın ötedeki huzurunu örgülüyor gibi görürüz.

لَهُمْ “Onlar içindir” diyor. Yani her şey onlara mahsus ve onlar âdeta ille-i gâiye ve bir bakıma Cennet nimetlerinin onlar için hazırlanması da bir finalite. Öyle ki, artık onların aleyhlerinde hiçbir şey söz konusu olmayacaktır. Hatta bu kelimeden şunun da sezildiği söylenebilir: Orada ilâhî nimetler kendilerine takdim edilince, dünyadaki nimetler gibi rahatsız eden bazı arızalar, mesela bir kısım artıkları dışarıya atma gibi rahatsız edici hususlar orada söz konusu değildir. Evet, orada ne yeme, hazmetme zahmeti ne de ıtrahat meşakkati söz konusudur. Nimet de lehlerinde, netice-i nimet de.. işte gerçek saadet..!

جَنَّات kelimesi hangi mânâsı ile ele alınırsa alınsın, altından ırmakların aktığı bağlar, bahçeler ve içlerinde zevçler, zevceler bulunan bir yer veya şu anda mestûr olan keyfiyeti ile ihâta ve idrâkleri aşkın, مَا لَا عَيْنٌ رَأَتْ وَلَا أُذُنٌ سَمِعَتْ وَلَا خَطَرَ عَلَى قَلْبِ بَشَرٍ “Hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve insanın hatırına gelmeyecek şekilde”[4] tasavvurlar ötesi baş döndüren bir dünya.. size vaat edilmiş ve sizin için hazırlanmış bir müstesna âlem.. öyle ki adında ruhanî bir zevk var; zira bağ ve bahçe sözünde her zaman bir sürur hissedilir. Hatta zindandaki bir insan hayaliyle bir bağa, bir bahçeye gitse, kendini Cennet’te sanır.

تَجْرِي kelimesi “cereyan edip gidiyor ve çağlıyor” demektir. Şöyle-böyle onların ülfete kapılabilecekleri bir görüntüye meydan vermemek için devamlı, hep terütaze bir berraklıkla çağlayıp gidiyor. Ayrıca bu sayede onlar, bir içtikleri yerden bir daha içmiyorlar. Maşrabalarını her defasında farklı bir akıntıya daldırıyorlar. Evet, تَجْرِي sözü, o kaynakların durağan, dolayısıyla da kirlenmeye açık havuzlar olmadığını gösteriyor; zira temiz fıtratlar, ince ruhlar bu türden şeylere karşı tiksinti duyabilirler. Evet, orada her şey, müstesna varlık insan âbidesiyle uyum içinde ve tam ona göredir.

Ayrıca bu cereyan, uzağında, sağında-solunda değil, مِنْ تَحْتِهَا tam ayağının ucunda. Aslında fıtrat-ı beşeriye de bunun böyle olmasını ister; bir de ırmakların bu şekilde çağlaması insan içinde huzur hâsıl eden bir husustur.

Sonra اَلْأَنْهَارُ “nehirler” geliyor. Demek ki tek bir nehir değil, her biri insanın değişik latifelerine bakan farklı nehirler. Yani bozulmayan su ırmakları, tadı değişmeyen sütten nehirler, rahatsızlık vermeyen, sekir verme hususiyeti olmayan şaraptan nehirler, süzme baldan nehirler.. Evet, Kur’ân, nehirler sözü ile orada bu kabîlden pek çok nehir olduğunu işaretlemektedir.

İhsan-ı ilâhî ve Cennet nimetlerinin anlatıldığı bu gibi yerlerde biz, insanın çeşitli zevk alma kabiliyetlerinin hepsine cevap verme adına eltâf-ı ilâhiyenin ne kadar çok olduğunu anlıyoruz. “Cennet Risalesi”nde, “Cennet hurilerinin yetmiş hulle altında bacaklarındaki ilikleri görülür.”[5] hadis-i şerifini izah ederken Hazreti Üstad özetle der ki:[6] Bu yetmiş hulle, insanda bir o kadar zevkin ifadesidir; yani bu, insanın o kadar ezvâk donanımına ve o kadar arzusuna cevap verebilecek bir güzelliğin resmedilmesidir. Bunun gibi, Cennet’te o kadar nehirler var ki, bunların her biri, insanın içinde şu anda keşfedemediği bir arzusuna cevap teşkil edecek çaptadır.

Görüldüğü gibi, أَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ cümlesinin tamamının, o fevkalâde derinliğiyle bir tecâvüb, teânuk ve tasanüdü işaretlediği açıktır.

Ardından gelen cümle: كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًا قَالُوا هَذَا الَّذِي رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَأُتُوا بِهِ مُتَشَابِهًا “Ne zaman o cennetlerin meyvelerinden kendilerine bir şey ikram edilse: ‘Bu daha önce de bize sunulan şey!’ derler. (Oysa bu, onun aynısı olmayıp) benzeri olarak kendilerine sunulmuştur.”

كُلَّمَا daha önce de gördüğümüz gibi tekerrür ifade eder, “her ne zaman ki” demektir. كُلّ kelimesi nekreye muzâf olduğu zaman umum efrâda şamil olur. Burada مَا’ya muzâftır, مَا da nekredir ki mânâ: “Her ne zaman olursa olsun.. hangi gün, hangi saatte ve mekânın hangi noktasında olursa olsun…” şeklinde olur. Buradaki anlamı itibarıyla ise: “Ne zaman onlara bir nasip, bir pay, bir rızık verilirse...” mânâlarını belirler.

رُزِقُوا fiili iki hakikate bakıyor gibidir: Evvela; mâzi olması itibarıyla şu anlaşılır: O nimetlerden, o rızıktan istifadenin vukuu muhakkak ve şu anda da hakikatiyle hazır, dolayısıyla sizi beklediğini kabul edebilirsiniz. Sâniyen; fiil meçhul olması itibarıyla da şunu anlatır: Siz hiçbir zahmet çekmeden gaybî ellerle size verilecek, veyahut sizin dünyada tabiî görüp hâdiseleri kendilerine isnat ettiğiniz esbap o gün kudret dairesinde şuurlu gibi size hizmet edecektir. Belki ağaç tedellî edip meyveyi sizin ağzınıza koyacak, maşrapa inecek aşağıya ve dalacak daldığı yere, tekrar dudağınıza yükselerek size kevserler sunacaktır.

مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ ifadesinde geçen iki مِن’e daha önce değinmiştik. Bunlar adesesinden baktığımızda mânâ şu olur: Cennet’in bütün nimetlerinden istifade edeceksiniz ama birden bütün nimetlerden değil, her defasında sadece bir kısmından istifade edeceksiniz; zira o, bir bakıma celâlî ve vâhidî tecellî eseridir. İnsan cemâlî tecelliye göre kâmet-i kıymetiyle mütenasip o nimetlerden istifade edecektir.

ثَمَرَةٍ kelimesindeki tenvin tenkîr için olduğundan “herhangi bir meyvesinden, hangi meyvesi olursa olsun” demek olur. Bundan şu mânâ anlaşılabilir: Peşi peşine, müteşâbih olarak gelen bu nimetler, ihsanlar bütün Cennet’teki nimetlere şamildir. Yani onlarda, bir şey yedikleri zaman daha evvel onu tattıkları kanaati, keza bir şey içtikleri zaman onu da daha önceden yudumladıkları düşüncesi hâsıl olacağı gibi, zevk ve haz duyacakları bir manzaraya baktıklarında benzerinin sebkat ettiğini, zevceleriyle mülâtefe ve muâşakada bulunduklarında aynı şeyleri hissedeceklerdir. Evet, onlar orada, her şeyde sürüp giden bir yenilenme ve tazelenme içinde ayniyete yakın bir gayriyetin cereyan ettiğini müşahede edeceklerdir.

قَالُوا kelimesi mazhariyetler muhaveresini gösteriyor; şöyle ki, oradaki bütün muhavereler, niam-i ilâhiyenin onların başlarına sağanak sağanak yağdığını anlatma istikametinde cereyan etmektedir ki, bu da baş döndüren o nimetlerin tatlı muhaverelerle taçlanması demektir.

هٰذَا الَّذِي رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ ifadesi, رُزِقْنَا kelimesiyle işaretlemektedir ki, burunlarının dibine kadar yaklaştırılmış bulunan bu nimetler dünyada esbap perdedârlığı ile farklı şekilde sunulsa da, onlar da Cenab-ı Hakk’ın ihsanı olarak verilmişti. Evet, dünyaya ait nimetler verilirken de yine Allah’ın eliyle lütfedilmişti. Hatta bu nimetleri ilan adına yapılan tekbirler, tahmidler, tehliller de yine Allah’ın (celle celâluhu) bize lütfu ve ihsanıdır; Cenab-ı Hakk’ın bunlara muvaffak kılmış olması da ayrı bir hamd ü senâ ister. Bunların neticesi ve semeresi olan Cennet nimetleri de başka değil, yine Cenab-ı Hakk’ın lüftunun tezahürüdür. Yani baştan verilen şey, sebep olarak Allah’ın lütfu, netice de yine Allah’ın lütfudur. O neticeye terettüp eden hamd ü şükür de O’nun (celle celâluhu) daha farklı bir lütfudur. Bunları رُزِقُوا ve رُزِقْنَا kelimelerinden çıkarıyoruz.

Hem وَأُتُوا بِه مُتَشَابِهًا cümlesinde hem de رُزِقْنَا kelimesinde aynı nükte-i belâgat görünüyor. Her türlü nimet onlara veriliyor, onlar alma zahmetine bile katlanmıyorlar; zira veren Allah’tır (celle celâluhu) ve O, esbabı onlar için istihdam ediyor. Öyle ki, o kudret dairesinde yok yok, her şey var. Gılmân-ı Cennet ki pırıl pırıl.. lü’lü-ü meknûn (sadefinde saklı inci) veya lü’lü-ü mensûr (saçılmış inciler) gibi.. bütün bu atâyâ aynı zamanda “müteşâbih”, hepsi birbirine benziyor. Daha önce de arz edildiği gibi, ayniyetin bazen bıkkınlık, tam gayriyetin de tiksinti hâsıl edeceği.. buna mukabil teşâbühte bu iki durumun hiçbirinin söz konusu olmadığı/olmayacağı muhakkak.

Bütün bu nimetlerin başında ise, وَلَهُمْ فِيهَۤا أَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ “Onlara orada tertemiz eşler de var.” ferman-ı sübhânisiyle anlatılan, Cennet’i sımsıcak bir yuva hâline getiren fazl-ı ilâhî bulunmaktadır ki, burada şu husus üzerinde durulabilir:

Eşlerin birbiriyle irtibatı nasıldır, orada bu akdin keyfiyeti nasıl olur onu bilemeyiz.. yeni bir akit mi, yoksa buradaki nikâh mı? Ne şekilde olursa olsun, oradaki akit doğrudan doğruya Cenab-ı Hakk’ın meşîetine bağlıdır. Bu mesele biraz daha tamim edilerek denebilir ki, onlara verilecek bu türden şeyler dahi buradaki ruh hâletlerine uygun ve bir bakıma da onların kendilerine benzer mahiyette olacaktır. لَهُمْ kelimesinden de anlaşılır ki, bu karşılıklı kopmaz bir bütünleşme ve doğrudan doğruya Cenab-ı Allah’ın yaptığı bir akittir. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadiste “Meryem’i bana nikâhladılar.”[7] buyurur ki, orada, şahitlerin huzuruna ihtiyaç olmadan akdin doğrudan doğruya Allah tarafından yapıldığını gösterir. Ayrıca orada Cenab-ı Hakk’ın vereceği zevcelerle alâkalı bir hadiste: إِنَّ لِلْمُؤْمِنِ زَوْجَتَيْنِ يُرَى مُخُّ سُوقِهِمَا مِنْ بَيْنِ ثِيَابِهِمَا “Cennet’te her insana öyle iki zevce vardır ki, elbiselerinin üstünden bacağının iliği görünür.”[8] denmektedir. Bu hadisi, bunlardan birisi dünya kadını, diğeri de Cennet kadınıdır şeklinde anlayanlar olmuştur. Herhâlde bu, en az verilen içindir. Çünkü biliyoruz ki, Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) dünyada nikâhı altına giren bütün zevceleri orada da O’nun hanımları olacaklar, zira onlar ümmühât-ı mü’minîndir. Üstelik herhâlde Firavun’un hanımı Hazreti Âsyâ (radıyallâhu anhâ) ve Hazreti Meryem (radıyallâhu anhâ) da Efendimiz’e tezvîc edilince[9] sayı daha fazla olacaktır. Fakat sahih hadisin ifade ettiği ikidir. 70 adet şeklindeki rivayetleri bazıları zayıf kabul etmiş ve mevsûk değildir demişlerdir. Bununla beraber bu Cenab-ı Hakk’ın meşîetine kalmıştır, istediği şeyleri lütfeder…

أَزْوَاجٌ kelimesi “zevçler, eşler” demektir ki, kadınlara göre erkekler, erkeklere göre de kadınlar için kullanılır. Buradaki ıtlâktan şu nükte çıkarılabilir: Bir kısım mütedeyyine ve sâliha kadınlar dünyada başlarından nikâh geçmeden göçüp gittikleri gibi bir kısım erkekler de yine mücerret olarak vefat eder giderler. Dünya hayatında başlarından evlilik geçmeyen o erkeklerin ötede sâliha hanımlardan ahirete gitmiş kimselerle tezviçleri düşünülebilir; zira Cennet’te behemehâl her insanın bir hayat arkadaşı olacağı söz konusudur.

مُطَهَّرَةٌ Aynı zamanda bu eşler tertemizdir ve olabildiğine pâktırlar; Cennet’e râci فِيهَا’daki zamir de buna bir işarettir.. evet onlar Cennet’e layık keyfiyette pâk ve mutahhardırlar. Hatta hayız, nifas, istihâza gibi kadınlık hâllerinden dahi âri, berî ve muallâdırlar. Nâpâk durumlar onlar için söz konusu değildir. Dahası onlar, farklı densizliklerden de müberrâ bulunmaktadırlar. Keza, erkekler de onlar gibi her türlü huysuzluktan, hırçınlıktan münezzeh ve müberrâdırlar.

Hem de وَهُمْ فِيهَا خَالِدُونَ onlar bu Cennet’te, Cennet’e ait o baş döndüren sonsuz güzellikler içinde ebedîdirler.

اَللّٰهُمَّ أَدْخِلْنَا الْجَنَّةَ مَعَ الْأَبْرَارِ بِشَفَاعَةِ نَبِيِّكَ الْمُخْتَارِ وَآلِهِ وَأَصْحَابِهِ الْأَخْيَار،ِ اَلْحَمْدُ لِلهِ أَوَّلًا وَآخِرًا بِعَدَدِ قَطْرِ الْأَمْطَارِ وَأَمْوَاجِ الْبِحَارِ، وَصَلِّ وَسَلِّمْ عَلَى سَيِّدِنَا وَشَفِيعِ ذُنُوبِنَا مُحَمَّدٍ اَلْمُخْتَارِ، آمِينَ يَا مُعِينُ.

[1] Bkz.: Hicr sûresi, 15/87; Zümer sûresi, 39/23.
[2] Bkz.: Bediüzzaman, İşârâtü’l-İ’câz s.121.
[3] Bkz.: Bediüzzaman, Sünûhat s.17.
[4] Buhârî, tevhid 35; Müslim, cennet 4, 5.
[5] Buharî, bed’u’l-halk,8; Müslim, cennet, 14; Tirmizî, kıyame, 60.
[6] Bediüzzaman, Sözler s.545 (Yirmi Sekizinci Söz).
[7] et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr 6/52, 8/258, 22/451.
[8] Buhârî, bed’ü’l-halk 8; Müslim, cennet 14.
[9] et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr 6/52, 8/258, 22/451.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.