Bediüzzaman Said Nursi’yi hedef alan bir kara propaganda örneği

Bediüzzaman Said Nursi’yi hedef alan bir kara propaganda örneği

1950-60 arasında Bediüzzaman Said Nursi ve talebeleri Tek Parti dönemini aratmayan baskılarla karşılaştı. DP’nin özellikle 1957’den sonraki döneminde zulümler arttı. Said Nursi’nin seyahat hürriyeti engellendi. Yeni soruşturmalar ve davalar açıldı. Risale-i Nur talebeleri tutuklandı. Kitaplar toplatıldı. Gazetelerde Bediüzzaman’ı hedef alan iftira kampanyaları düzenlendi.

23 Mart 1960’ta Said Nursi vefat etti. İki ay sonra 27 Mayıs’ta askeri darbe oldu. Adnan Menderes ve arkadaşları siyaset sahnesinden silindi. Darbe yönetiminin ilk gündem maddelerinden biri yine Said Nursi ve talebeleriydi. Said Nursi’nin naaşı Urfa’daki mezarından alınarak Isparta şehir mezarlığına defnedildi.

27 Mayıs darbesi toplumu ve devleti yeniden dizayn ediyordu. 1961’deki ilk seçimlerde CHP birinci parti oldu ve hükümeti kurma görevi İsmet İnönü’ye verildi. DP’nin yerine Adalet Partisi kurulmuştu. Ragıp Gümüşpala’nın yerine 1964’te Süleyman Demirel genel başkan seçildi.

1960’lı yıllarda Nurculuğa karşı Çetin Özek ve İbrahim Ağah Çubukçu imzası ile pek çok makale ve kitaplar yayımlandı. Hukukçu Özek ve ilahiyatçı Çubukçu’nun ortak noktası dindar kitleleri Said Nursi ve Risale-i Nurların İslam dışı olduğuna ikna etmekti. 6, 4 1964, Varlık Yayınları’nda çıkan Özek’in Nurculuğun içyüzü kitabında Said Nursi için; kendisini evliya gibi görüyordu, akıl hastasıydı, emsalsiz bir filozof sanıyordu!’ deniyor. 5 8, 1964 tarihli ‘Din ışığı altında Nurculuk’ başlığı taşıyan bir kitabın müellifi de cuntacı generallerden Faruk Güventürk’tü. 11 10 1965’te, Said Nursi’nin kitaplarının satış ve dağıtımı yasaklandı. 11 7 1966’da Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay: Nurculuk anayasaya aykırı dedi. 15 19 1967’de, Nurculuk hakkında Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a rapor verildi, 19 kişilik bir liste ile Nurcuların Diyanet İşleri başkanlığı’nda kadrolaştıkları ihbar ediliyordu.

Said Nursi ve talebeleri ile ilgili takibatlar hep darbe sonrası dönemlerde oldu. 1960’lı, 70’li ve 80’li yıllar soruşturmalar, davalarla geçti. Gazetelere sürekli gözaltına alınan ve yargılanan, evleri basılan, kitapları toplatılan, Nurcu haberleri bu dönemlerde yansıdı. 28 Şubat sürecinde ise en büyük hedeflerden biri Fethullah Gülen Hocaefendi oldu.

Said Nursi’ye iftiralar

“Deli, ilim ve diyanetle ilgisi yok. Okur fakat yazmaz, imla bilmez. Türkçeye vakıf değil. Siyasete karışır. Bozguncu. Kürtçülük uğruna kendi padişahına sövecek ve din düşmanı bir Ermeni’yi alkışlayacak kadar imandan nasipsiz. Mason ve komünistten daha tehlikeli!” Bu ithamlar 1964 baskılı, bir broşürde, 20. yüzyılın en önemli İslam âlimlerinden Said Nursi için sarf ediliyor.

27 Mayıs darbesinden sonra 60’lı yıllarda Risale-i Nur cemaatini bitirme planları yapıldı. Risale-i Nur eserlerini İslam dışı gösteren bazı kitaplar yayımlandı. Nurlara ilgiyi azaltabilmek için ‘kara propaganda’ içerikli sahte imzalı broşürler basılıp dağıtıldı. Müftü ve vaizler kampa sokuldu.

27 Mayıs 1960 darbesinin ağır baskılarına rağmen asrın Kur’an tefsirleri Risale-i Nur’lara halkın teveccühü artıyordu. Said Nursi’nin eserleri toplatıldı. İslami temayülü olan herkes ‘Nurcu’ diye fişlendi. Risaleleri okuyanlar gözaltına alındı. 60’lı yılların ‘paralel devleti’nin adı ‘Nurculuk’tu. Risale-i Nurlara yakın-uzak, muhalif olanlar ‘Nurcu’ diye tasfiye edildi.

Ankara’daki dar oligarşik kadro, Risale-i Nur ve müellifi Said’i Nursi’nin takipçilerini kendi istikballeri için tehdit görüyordu. Kitle iletişim araçları gelişmemişti. Propaganda aracı olarak radyo, gazete, kitap gibi yayınlar kullanıldı. Said Nursi’yi karalayan, iftiralar ve yalanlarla dolu bir broşür hazırlanıp bütün ülkede dağıtıldı. Kendilerine kimsenin inanmayacağını bildikleri için küçük kitapçığa, dindarların itibar ettiği son Osmanlı Şeyh-ül İslam’ı Mustafa Sabri Efendi’nin imzasını koydular. Bütün müftüleri Ankara’ya çağırıp 45 gün brifing verdiler.

1964’te Ankara Biricik Basımevi’nde basılan 15 sayfalık broşürde, Risale-i Nur hizmeti yeni bir mezhep gibi takdim ediliyor ve zihinleri bulandırmak için Nur hizmeti bir ırkçılık hareketi gibi gösterilmeye çalışılıyordu. ‘Tuhfetür-Reddiye alâ Mezhebil-Said-i Kürdiye’ adını verdikleri broşürde en çok tenkit ettikleri kısımlar, Nur talebelerinin Üstad hakkında yazdıkları şiirlerdi. “Müritleri ona kutsiyet izafe ediyorlar.’ diyorlardı. İşin enteresanı bu şiirlerin yer aldığı Tarihçe-i Hayat adlı eser 1957’de basılmıştı. Mustafa Sabri Efendi ise 1952 yılında Mısır’da Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu. Mustafa Sabri Efendi Arapça bilen bir insandı. Bediüzzaman için ‘Kürdiyyeti’ tabirini kullanması mümkün değildi. (Zira bu tabir müennes (dişi) için kullanılır.) İddiaya göre; Mustafa Sabri Efendi, Risale-i Nurları eleştiren bir risale kaleme almış ve ölümünden sonra yayımlanmasını vasiyet etmişti. Ancak gerçekler kısa süre sonra ortaya çıktı. M. Sabri Efendi’nin oğlu İbrahim Sabri Efendi 1965’te broşürün kat’iyen babasına ait olmadığını, olamayacağını bir mektupla açıkladı. Mustafa Sabri Efendi, hayatta iken de Bediüzzaman Hazretleri’nden hep takdirle bahsetmişti.

Peki, Şeyhül İslam Mustafa Sabri imzası ile hazırlanan kara propaganda broşüründe, Said Nursi ve Risale-i Nurlar hakkında hangi ağır suçlamalar bulunuyordu? 1964 yılında Ankara’da bastırılarak dağıtılan kara propaganda kitapçığında, ‘SAİD İ KÜRDİ VE ŞAHSİYETİ’ ara başlığı altında çağın en büyük âlimlerinden Bediüzzaman Said Nursi hakkında şu cümleler dikkat çekiyordu: “Bu kadar büyütülen Said Kürdi kimdir? Sait, Kürt cemaatinden, Şafii mezhepli, Nakşi tarikatlı, okur fakat yazmaz, imla bilmez, seksen sene içinde yaşadığı millet olan Türk’ün lisanına hakkıyla vakıf olamamış, felaketten felakete sürüklenmiş, bir hapishaneden diğerine sürülmüş ve bugün seksen yaşını geçmiş ihtiyar bir adamdır. Devletin büyük makamlarını uzun bir zaman ellerinde tutan bir zümre, bu adamcağızı lüzumsuz yere mahkemeden mahkemeye ve hapisten hapse sürükleyerek kahramanlaştırmıştırlar ve zamanın müceddidi, mübeşşiri haline getirdiler. Halbuki Deli Said’in ilim ve diyanetle ne alakası var? (…) işte bu idare zümresinin milletin başına sardığı belalardan birisi de budur.” Broşürdeki diğer hakaretler ise şunlar:

  • Sultan Abdülhamit’e dil uzatmış! Ona düşman ve kin beslemiştir. Abdülhamit düşmanları dinin düşmanlarıdır.
  • Kürtçülük uğruna kendi padişahına sövecek ve din düşmanı bir Ermeni’yi alkışlayacak kadar asıl ve imandan nasipsiz Said, bugün sahneye müçtehidi mübeşşir olarak çıkmış görünüyor.
  • Kitaplarından gençlik rehberi isimli olanında Eskişehir hapishanesinin penceresinden lise mektebinin iki bacaklı rakseden kızlarına bakmakla hüzne düşüp meyus olduğunu ve kitabını bunun için yazdığını söylemesi dahi, Kur’an-ı Kerim’in evliya tarifine mugayir olacaktır.
  • Kendini Kur’an’ın müdafii gibi gösteren Sait bizzat kendisi Kur’an’a muhalefet etmektedir.
  • Said’in yolu saçma olduğu kadar pek fazla mizahidir de…
  • Ömrü hayatında hiç evlenmemiş, sakal bırakmamış, Kürtçülükle meşgul olmuş, izharı keramet etmiştir.
  • Siyasetle uğraşmayan Sait’in Reisicumhura (Celal Bayar) ve başvekile (Adnan Menderes) birer mektubu vardır. Bağdat Paktı dolayısıyla kendilerini tebrik ediyor.
  • Risalelerin yazılışı da pek acayiptir. Bilmem kaçıncı Lem’a’nın kaçıncı şuasının şu meyvesi zühre yıldızından gelmiş, beşinci noktası olarak yazılıyor.
  • Damarında bir damla Türk kanı olan her Müslüman’a, bu adamın Mason ve Komünist kadar tehlikeli olduğunu ehemmiyetle hatırlatırım.
  • Gayesi memleketin ve milleti İslamiye’nin ittihadını bozmaktır.

15 sayfalık broşürde ‘Bu risale-i tekrar ve tekrar oku ve okut’ notu düşülüyor ve şöyle deniyordu: “Nurcuların âlemi İslam ve Arap âleminde alaka ve iltifata mazhar oldukları bu husustaki iddiaların ne kadar sahte, hatta bir siyasî cereyana hizmet bakımından ne kadar memlekete zararlı olduğunu ispat etmektedir. Nurculuk yeni bir mezhep ve Kur’an’ın yerine Nur risaleleri dedikleri cehalet örneklerinin okunmasını tavsiye eden batıl bir yoldur. İslam anlayışının tamamıyla zıddıdır. Tatbikatı da öyledir.”

Peki, bu yalan ve iftiralarla dolu sahte broşür halkın üzerinde etkili oldu mu? Risale-i Nurlar ve Said Nursi’ye bakış açısı değişti mi? Mehmet Kırkıncı Hocaefendi bu soruya hayır, tam tersi yeni fütuhatlara sebep oldu diyor ve şöyle anlatıyordu: “Bu broşürün yayılması ve kabul görmesi için muhterem Osman Demirci hocamızın da içinde bulunduğu bir grup merkez vaizini Ankara’ya celb ederek 45 günlük bir kursa tabi tutmuşlar, fakat çağrılan muhterem hocaefendilerden gereken cevabı almışlar. Zübeyir Gündüzalp Ağabey bu broşüre karşı bir cevap hazırlanmasını zaruri görmüştü. Bu maksatla benden de bir yazı yazmamı istedi. İstenen yazıyı kaleme aldım. Ve Zübeyir Ağabey’e gönderdim. Broşürün masraflarını Nur Talebeleri karşıladılar ve cevabî broşürümüz memleketin en ücra köşelerine kadar ulaştırıldı. Hamd olsun bu broşür, bütün iftiraları çürüttüğü gibi Nur düşmanlarının gayeleri hilafına Nur’un daha çok inkişafına vesile oldu.”

Mustafa Sabri Efendi kimdir?

Bediüzzaman Said Nursi, 1921 yılının Ocak ayında İskilipli Atıf Mustafa Sabri, Ermenekli Saffet efendilerle Müderrisler Cemiyeti’ni kurdu. Mustafa Sabri Efendi, Kahire’de bulunduğu sıralarda hem Bediüzzaman hem de Risâle-i Nur ile alakasını kesmedi. Ezher Üniversitesi’nde Nurlara özel önem verdi, okunmasına katkıda bulundu. Bediüzzaman’ın, “Dârü’l-Hikmet’te benim arkadaşım...” dediği Mustafa Sabri Efendi’ye verilmek üzere Camiü’l-Ezher’e “hediye-i vakfiye... olarak on bir tane hususî mecmuaları...” gönderdi. Mustafa Sabri Efendi, Bediüzzaman’ın çok sayıda talebesi olmasına rağmen neden cihat için harekete geçmediğini, Ezher’de okuyan talebeler aracılığıyla sordu. Bediüzzaman, en büyük cihâdın iman dâvâsı olduğunu, en önemli meselenin imânı kurtarmak olduğunu, dâhilde müspet hareket ederek asâyişe zarar verilmemesinin ehemmiyetine işaret ederek cevap verdi: “... Bilhassa Müslümanların başına öyle bir hadise ve öyle bir dâvâ açılmış ki, her adam, eğer Alman ve İngiliz kadar kuvveti ve serveti olsa ve aklı da varsa, o tek dâvâyı kazanmak için, bilâtereddüt sarf edecek. O dâvâ da imanı kazanma veya kaybetme dâvâsıdır.” Mustafa Sabri Efendi, Bediüzzaman ve söyledikleri hakkında; “...Said Efendi gerçekten haklıdır! Evet, söyledikleri doğrudur. O dâvâsında muvaffak oldu. O memleketten hiçbir yere ayrılmadı, sebât etti...” ifadeleriyle Bediüzzaman’ı tasvip ve takdir ettiğini belirtmiştir. Peki, Mustafa Sabri Efendi kimdir?

Yüz yirmi yedinci Osmanlı şeyhülislâmı olan Mustafa Sabri Efendi, 1869 senesinde Tokat’ta doğdu. İlk tahsilini memleketinde yaptıktan sonra Kayseri’ye gidip, Kayseri Medresesi’nde Divrikli Hacı Emin Efendi’den ilim öğrendi. Daha sonra İstanbul’a gelerek ‘huzur dersleri’ mukarriri [padişahın huzurunda bir konuyu etraflıca anlatan] Ahmed Asım Efendi’den de ilim öğrenip icâzet aldı. 1890 senesinde yapılan rüus [dinî ilimlerde bir derece] imtihanını kazanarak, yirmi iki yaşında Fatih Camii’nde ders vermeye başladı. Bir dönem Silistre müftülüğü yaptı. 2. Meşrutiyet’in ilânının ardından 1908’de Tokat mebusu seçildi. Bu arada Fatih Camii müderrisliği görevini de yürüttü. 1913 Bâb-ı Âli baskını, giderek sertleşen iktidarın tutumu ve İttihat ve Terakki Partisi’ne mensup olanların kendisini öldürme teşebbüsleri üzerine önce Mısır’a, oradan da Romanya’ya gitti. 4 Mart 1919 tarihinde 1. Damat Ferit Paşa kabinesinde Şeyhülislâmlığa getirildi. 6 Haziran 1919’da Paris Konferansı’na giden Damad Ferid Paşa’nın yerine sadrazam vekilliği de yapan Mustafa Sabri Efendi, aynı yıl kabinenin düşmesi üzerine Âyan [senato] azalığına atandı. Cemiyet-i Müderrisîn’in birinci reisliğini yaptı. Buradaki mesai arkadaşları; Mustafa Saffet, İskilipli Mehmet Atıf ve Bediüzzaman Said Nursî idi. 1922 yılında İstanbul’dan Kahire’ye, oradan da sırasıyla Mekke, Mısır, Lübnan, Romanya, Gümülcine, Kahire, İskenderiye ve son olarak tekrar Kahire’ye giderek oraya yerleşti. 1 Haziran 1924’te vatandaşlıktan çıkarıldı. Vefat ettiği 1954’e kadar Kahire’de yaşayan Mustafa Sabri Efendi; verdiği dersler, yaptığı sohbetler, yazdığı makaleler ve kitaplarla Mısırlıların olduğu kadar İslâm dünyasının takdirle takip ettiği bir kişi olarak hayatını tamamladı.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.