Devlet gazetecileri ve kara propaganda

Devlet gazetecileri ve kara propaganda

‘Maaşları ödeyemiyorum. Oradan 2 milyon lira gönder Süleyman.’ Bu sözler Türkiye’yi sarsan 17 Aralık (2013) yolsuzluk ve rüşvet operasyonu kapsamında hazırlanan dosyada, AK Partili bir medya kuruluşunun tepe yöneticisi ile bir bankanın genel müdürü arasında geçiyordu.

17 Aralık’taki ‘büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonu’ sonrası yolsuzlukların üzerini örtebilmek için iktidar medyasında yalan, iftira ve çarpıtma haberler birbirini izliyordu. Bir elden çıktığı anlaşılan bir yalanın, aynı anda birden fazla medya organında yayımlanması, ‘özel bir merkezden yalan haberlerin üretilip servis edildiğini’ gösteriyordu. Bazı iftiraları önce medya, ardından başbakan ve bakanları dolaşıma sokuyor veya tersi gerçekleşiyordu.

Erdoğan, Camia’yı, ‘paralel devlet, ‘örgüt’, ‘çete’, ‘cunta’, ‘taşeron’, ‘maşa,’ ‘Haşhaşiler’ ve ‘virüs’ gibi sözlerle karaladı. Fethullah Gülen Hocaefendi hakkında ise, ‘sahte peygamber’, ‘âlim müsveddesi’ ve ‘sahte veli’ gibi sözlerle ağır hakaretlerde bulundu. Başbakan’ın ağzından çıkan bu asılsız suçlamalar, iktidar medyası tarafından manşetlere taşındı. Masum insanlar ve kişiler yargısız infaz edildi.

AK Parti hükümeti, medyayı sıkı biçimde kontrol altına almaya çalışıyordu. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMFS) eli ile bazı gazete ve televizyon kanallarına el kondu. Eleştirel yaklaşan birçok ses susturuldu; patronlara gözdağı verildi, muhalif gazeteciler ve köşe yazarları işlerinden edildi. Sansür ve otosansür yaygınlaştı. TRT, neredeyse parti yayın organı hâline getirildi. 28 Şubat sürecindeki yöntemlerle masum kişiler ve kurumlar hedef alındı. Gazeteciliklerinden şüphe edilen bazı kişiler sahneye sürüldü. Geçmişte ‘devlet’ ile farklı düşünen kişi ve gruplar düşman kabul edilirken, üçüncü döneminde ‘AK Parti’ye muhalif olanlar yok edilmek istendi. Darbe dönemlerindeki gibi iktidar medyası psikolojik harekâtın aracı oldu. Toplumun saydığı ve sevdiği insanlar, ‘paralel yapı’, ‘Haşhaşiler’, ‘ örgüt’, ‘çete’ ve ‘virüs’ denilerek karalandı.

AK Parti iktidarının yolsuzlukları örtmek için, medya üzerinden kara propagandaya başvurması pek çok açıdan 27 Mayıs 1960 sonrası döneme benziyordu. İktidara el koyan cunta, darbeyi meşrulaştırmak ve DP’yi halkın gözünden düşürebilmek için, yuvarlak masa etrafında darbeye bağlı kalacakları sözü aldığı medyayı kullanmıştı. ‘Öğrenciler kıyma makinelerinde öldürüldü’ yalanı günlerce manşetlerden inmemişti.

Peki, Cumhuriyet’ten bu yana iktidarlar, medyadan nasıl yararlandı? İlk andıç olan ‘kıyma makineleri’ haberinin arkasında kim vardı? Cumhuriyet’in ilk yıllarında gazeteciler devlet memuruydu. İlk görevleri, yeni Türkiye ideolojisini kitlelere anlatmak ve rejim düşmanlarını yok etmekti. Patronlar tek partinin parçasıydı. Hakkı Tarık Us’tan (Vakit, 1917) Yunus Nadi’ye (Cumhuriyet, 1924) gazete patronları aynı zamanda CHP milletvekiliydi. 1925’te çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu ile muhalif basın susturuldu. Tek sesli dönem başladı. Gazete sahibi olmak belli esaslara bağlandı. ‘Ülke güvenliği ve millî çıkarlara aykırı yayın yapıyor’ denilerek muhalif gazeteler kapatılıyordu. Farklı görüşteki gazeteler, ‘zehirli yılan yuvası’, ‘vatan haini’ ve ‘rejim düşmanı’ muamelesi görüyordu. Gazeteciler takibe uğruyor, açılan davalar ağır hapis cezalarıyla sonuçlanıyordu. 1931’de çıkarılan Basın Kanunu ile medya tamamen Halk Partisi’ne bağlandı. ‘Millî Şef’ İsmet İnönü’nün ziyaretleri bile birinci sayfadan fotoğraflı girmek zorundaydı. Basın yayın müdürlüğünden gelen bir telefonla gazeteler kapatılıyordu. Demokrat Parti (DP) dönemindeki yeni Basın Kanunu ile muhalif yayın organları biraz nefes aldı. Gazeteler hükümete bağlı olmaktan çıkarıldı. Yeni gazete ve dergiler yayın hayatına girdi. Ancak DP’nin üçüncü döneminde basına karşı yine sert tedbirler alındı. CHP’yi destekleyen gazetelere baskı arttı. Pek çok gazeteci hakkında davalar açıldı, birçoğu hapse atıldı. Ancak bu sefer fısıltı gazetesi ile kulaktan kulağa yalan haberler yayıldı.

27 Mayıs 1960’ta DP bir hükümet darbesi ile iktidardan indirildi. Cuntacılar askerî müdahalenin meşru ve haklı olduğunu gösterebilmek için gazeteleri kullandı. Millî Birlik Komitesi, gazetecileri yuvarlak masada toplayıp darbe yönetimine bağlı olacaklarını taahhüt eden ortak bildiri imzalattı. Darbe ideolojisini kitlelere kabul ettirmek maksadı ile devlet kasasından finanse edilerek Öncü Gazetesi çıkarıldı. Darbe yönetimi ile işbirliğine giren gazetelerin ve gazetecilerin önü açıldı. Bazıları yurtdışına ataşe olarak gönderildi, bazıları milletvekili oldu, bazıları kurucu meclis üyeliğine seçtirildi. DP’li gazeteciler ise tutuklandı, Zafer’in yazı işleri katı boş kaldı. Matbaada kâğıtlarına el kondu. Akis, Zafer matbaasından götürülen kâğıtlarla yayımlandı.

‘Kıyma makineleri bir andıçtı’

Kamuoyu yalan haberlerle halkı yanıltan andıç adını 28 Şubat sürecinde duydu; ancak 27 Mayıs’tan hemen sonra yayımlanan kıyma makineleri yalanı da bir andıçtı. DP’yi halkın nazarında küçük düşürüp kin ve nefreti artırabilmek için yalan haberler üretildi. Bazı yalanlar bizzat cunta lideri Cemal Gürsel ve Millî Birlik Komitesi üyelerinin ağzından duyuruldu. Yassıada’dan çok önce DP’liler basında infaz edildi. “Harp Okulu’nu bombalama planı ele geçirildi. Celal Bayar’ın hesabında 103 bin altın bulundu.” açıklamaları bizzat Gürsel tarafından yapıldı. İlk defa bir profesör (Sıddık Sami Onar) öğrencilerin kıyma makinelerinde kıyıldığını dile getirdi. Millî Birlik Komitesi’nin bildirisini Anadolu Ajansı servis etti ve bütün gazeteler sorgusuz-sualsiz bu yalanı manşetten yayımladı. Böylece herkesin gözünde DP daha korkunç hâle getiriliyor ve tepkiler artıyordu.

Kamuoyunu dehşete düşüren ‘kıyma makineleri’ yalanının kaynağı Millî Birlik Komitesi’ydi. 27 Mayısçı Albay Ertuğrul Alatlı vefatından önce kaleme aldığı ve yayımlanmayan notlarında tarihî yalanın arka planını açıklıyordu: “Yaptığım tahkikat sonucunda kıyma makineleri ile ilgili MBK tebliğinin Prof. Sıddık Sami Onar tarafından kaleme alındığını, MBK Genel Sekreterliği’nce (Genel Sekreter Ekrem Acuner, yardımcısı Alparslan Türkeş) tasdik edildiğini, Kurmay Albay Mithat Ceylan tarafından Anadolu Ajansı’na verildiğini (AA Genel Müdürü Muhabere Binbaşı Ekrem Erkin) ve gazetelere servis edildiğini tespit ettim.”

Operasyonel gazete ve gazeteciler her dönem işbaşındaydı. 12 Mart 1971 Muhtırası öncesi soygun, adam kaçırma olayları abartılarak manşetlere çıkarıldı. 12 Eylül 1980’e giderken Kenan Evren’e “Ne duruyorsunuz? Müdahale edin!” diyenler içinde ünlü köşe yazarları, yayın yönetmenleri vardı. 5 bin insanın hayatına mal olan sağ-sol çatışması körüklendi. Darbeden sonra medya patronlarından Erol Simavi, Kenan Evren’e bağlılığını bildirdi. 27 Nisan e-muhtırasına (2007) konu olan Kutlu Doğum kutlaması haberleri Genelkurmay web sayfasından önce gazetelerde yayımlandı.

Son başarılı darbe 28 Şubat (1997), tamamen medya üzerinden yürütülen bir operasyondu. Kasetler, Genelkurmay’da hazırlanıp servis edildi. Tankların, topların yerini gazeteler, televizyon kanalları aldı. Psikolojik harekâtla Refahyol hükümeti düşürüldü. Fethullah Gülen linç edildi. Ardından uydurma belgeler üzerinden kapatma ve ceza davaları geldi. İrtica tehlikesinin öne çıkarıldığı aynı dönemde yolsuzlukların üzeri örtüldü. Medya patronları banka sahibi yapıldı. Soygun gözlerden kaçırıldı. Medyanın askerle kurduğu ilişki sivil iktidarlarla da kuruldu. Halkın oyları ile iktidara gelen hükümetler, medyayı kullanılabilir, ulaşılabilir ve manipüle edilebilir olarak gördü.

Medya holdinglerinin finansal çıkarları iktidarla ilişkide belirleyici oldu. İktidarı şartsız destekleyen patronlara imtiyazlar sağlandı, kamu kaynakları ve bankalar peşkeş çekildi. Teşvikler, fonlar, tahsisler, krediler, kamu reklamları parti medyasına yönlendirildi. İktidar gazetecileri, ödül olarak çeşitli kurum ve şirketlere atandı. Olağanüstü zenginleşenler oldu. Anadolu Ajansı ve TRT âdeta iktidarın çiftliği olarak kullanıldı.

17 Aralık’tan sonra, tıpkı 28 Şubat sürecinde olduğu gibi bir merkez haber üretip ‘parti medyası’na servis etmeye başladı. Bilgi notları manşetlere çıktı. Gazeteciliğin en temel kuralları çiğnendi. Yalanlamalar ve tekzipler görülmedi. Mütemadiyen yalan yayınladılar ve haberleri her gün ya bizzat muhataplarınca yalanlandı yahut diğer gazete ve TV’ler tarafından araştırılıp doğrusu ortaya çıkarıldı. Fakat onlar, hiçbir şey olmamış gibi ertesi gün daha renkli ve insan aklını zorlayan yeni yalanlar icat ettiler. Bir tek hedefleri vardı: Yolsuzluk, rüşvet, havuz, entrika, kanunsuzluk ve suçları örtmek! O kadar çok yalan yazıp söylediler ki, bir zaman sonra insanlar, olayın başını unutacak diye hesap ettiler!

Cumhuriyet’in ilk yıllarında olduğu gibi medya tek ses hâline getirilebilir mi? Yolsuzluklar örtülebilir mi?

O niyetler açıkça ifade ediliyor, bazı adımlar atılıyor. Ancak unutmamak gerekir ki; kara propaganda ve dezenformasyon yayıncılığı tarihe hep kara leke olarak geçti. Normalleştikten sonra iktidarın ve karanlık odakların medya organları ile kirli ilişkileri ortaya döküldü. Yolsuzluk ve rüşvet iddialarının hiç yer almadığı, yalan haberler yayımlayan bugünkü iktidar gazeteleri de bir gün sahiplerinin önüne konacak. Tek bir ceset olmadığı hâlde “Öğrenciler kıyma makinelerinde öldürüldü!” diyen 27 Mayısçılar, nasıl anılıyorsa; sigara içmeyen, karıncayı incitmeyen Camia’ya ‘çete’, ‘virüs’ ve ‘Haşhaşi’ yaftasını vuranların yakalarına da bu yalanlar yapışacak.

Peki, 1960’tan bu yana belli dönemlerde Said Nursi kara propagandanın nasıl hedefi oldu?

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.