Bu Kadarı Gayretullah'a Dokunur
Allah'ı inkâr büyük bir günah olduğu için onun mahkemesi dünyada değil âhrette görülecek. İnkârcılar, zâlim olmadıkları müddetçe ekseriyetle dünyada karşılık görmeyebilirler. Ama iman sahibi kişiler, başkalarına yaptıkları zulümlerin ve iftiraların cezasını çoğu kere dünyada çekerler...
Gizlilerin ve derinlerin bir araya getirdiği birtakım şucu bucu anlayışlara, belki ibret ve ders olur düşüncesiyle, sırf ikaz için, gerçekten şahit olduğum veya birinci ağızdan haberdar olduğum birkaç olay anlatmak istiyorum... Öğrencilik yıllarımda bir yurtta kalıyorduk. Müdürümüz de sırf Hak rızası için yediğine içtiğine son derece dikkat ediyordu. Bilhassa etlerin besmeleli olup olmadığına... Her ne duygu ile yaptığını veya kimlerin kışkırttığını bilemediğim bir imam, yurdumuza yakın bir câmi kürsüsünden alenen saldırıya geçti. Bizler çok üzüldük. Hele ehl-i takvadan olan Hafız İbrahim hocamız yerinde duramıyordu: "Ben buna 'Tebbet ve Kul yâ eyyühel...' sûrelerini okuyacağım. Allah şerrinden emin eylesin." dedi. Birkaç hafta sonra bu müfteri saldırganın Allah dilini dolaştırdı ve olmayacak yerlere çatmaya başladı. Bunun üzerine onu İzmir'den alıp Ödemiş'e tayin ettiler. Orada da bir yanlışlık yaptı, bu sefer bir köye naklettiler. Orada her ne yaptı ise köylülerden adamakıllı bir dayak yedi ve istifa ederek dönüp geldi...
Bir zamanlar Diyanet İşleri Başkanlığı'nda mühim yerlere kadar yükselebilmiş bir vâiz, İzmir davasında müzisyen R. Şardağ ile beraber menfi bir rapor hazırladılar ve bazı insanların 163. maddeden mahkûmiyetine sebep oldular. Daha sonra bu vâiz (din bilgisi öğretmenliği de yaptı) öldürücü bir hastalığa yakalandı. İşte o zaman Mesut Erişen vasıtasıyla mağdur ve mazlumlardan hasta yatağında haklarını helâl etmelerini istedi... Öksüz bir öğrenci vardı. Bir arkadaşımız ilgilendi; ders çalıştırdı, altı-yedi zayıfını kurtardı. Sonra ona burs ve kalacak yer temin etti. Fakat onu birileri satın almış ve kendi emellerinde kullanmışlar. Sonradan fark edilince, ayrılmak zorunda kaldı. Bir gün kansere yakalandığını duyduk, tabii çok üzüldük. Bir gün bana bir telefon geldi. Sesinden tanıdım; Ali idi... Haklarımızı helal etmemizi istiyordu. Gelmesini istedim; "Artık gelemem." dedi. Vefat ettikten sonra öğrendik ki, hep "Haklarını helâl etsinler." diye diye sayıklayıp durmuş. Kur'an-ı Kerim'de bir mübâhele meselesi vardır. Hicretin 9. yılında Necran Hıristiyanlarını temsilen 70 kişilik heyet, başlarında dinî ve dünyevî liderleri olarak Medine'ye gelip Efendimiz'le (sas) Hz. İsa (as) hakkında tartışmışlardı. Bunun üzerine "Artık sana bu ilim geldikten sonra, kim seninle İsa hakkında tartışmaya girerse de ki: 'Haydi gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, hanımlarımızı ve hanımlarınızı ve bizzat kendimizi ve kendinizi çağırıp, sonra da gönülden Allah'a yalvaralım da bu konuda kim yalancı ise Allah'ın lânetinin onların üzerine inmesini dileyelim.' (Âl-i İmran Sûresi, 61) ayeti indi. İşte mübâhale "Hangi taraf yalancı ise Allah'ın ona lânet etmesini bütün kalbiyle istemek" demektir...
Saldırıp iftira ettikleri şahsiyet kaç defa "Eğer biz zararlı şeyler yapıyorsak Allah bizi silip süpürüp götürsün." mealindeki sözler söyledi ve bunları yazdı. Eğer kendilerinin yalancı ve iftiracı olmadıklarını iddia ediyorlarsa, aynı şekilde kendileri "Eğer biz yalan söyleyip iftira atıyorsak, Allah bizi silip süpürüp götürsün." veya Allah'ın lâneti üzerlerine olacak şekilde, şart cümlesinin sonunu samimi olarak tamamlasınlar. Bunu yazı ile de söz ile de herkese ilân etsinler. Aynen mağdur, mazlum ve iftiraya uğrayan zatın yaptığı gibi... Evet eğer kendilerine güveniyorlarsa...
- tarihinde hazırlandı.