Bakara Sûre-i Celîlesi (21-22. âyetler)

Bakara Sûre-i Celîlesi (21-22. âyetler)

يَۤا أَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُمْ وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ ۝ اَلَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَۤاءَ بِنَۤاءً وَأَنْزَلَ مِنَ السَّمَۤاءِ مَۤاءً فَأَخْرَجَ بِه مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْ فَلَا تَجْعَلُوا لِلهِ أَنْدَادًا وَأَنْتُمْ تَعْلَمُونَ
“Ey insanlar! Hem sizi hem de sizden öncekileri yaratan Rabbinize ubûdiyette bulununuz, kulluk vazifenizi yerine getiriniz. Böyle yapmakla takva dairesine girip her türlü zarardan korunmayı ümit edebilirsiniz. O Rabbinize ki, yeryüzünü size bir döşek, göğü de bir kubbe yaptı. Gökten yağmur indirip, onunla size rızık olarak çeşitli mahsuller çıkardı. Öyleyse gerçeği bilip dururken zinhar Rabbinize eş koşmayın.”

Bu âyet-i kerime yeni bir makta’ başlangıcıdır. Baştan buraya kadar anlatılan meselelerin Kur’ân’ın hulâsası olan Fâtiha ile münasebetini görmüştük. Daha önceki âyetlerde tevhid-i rubûbiyet, tevhid-i ulûhiyet ve tevhid-i ubûdiyeti zikrederek, Fâtiha’da icmalî bulunan mü’min, sâlih, sıddık ve şühedanın durumu, yine orada işaret edilen ehl-i küfür ve ehl-i dalâletin durumu, kısmî bir tafsille mü’min cemaatleri, kâfir ve münafık gürûhları olarak ifade edilmişti. Bu makta’da da yine Fâtiha’da işaret edilen mücmel hakikatlerin bazılarına tafsilî bir bakış söz konusudur.

Mesela, hemen bidayette إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ“Yalnız Sana ibadet eder, yardımı da yalnız Senden bekleriz.” (Fâtiha sûresi, 1/5) misakını hatırlatan يَۤا أَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا âyetini görmekteyiz. Yani Cenab-ı Hak burada: “Ey insanlar ibadet edin.” diyor, biz de icabet etmiş bir ümmet olarak إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ’le icabetimizi ilan ediyoruz. Bunun gibi orada daire-i rubûbiyetini bizlere Rabbü’l-âlemîn unvanıyla tanıttırmasına karşılık, burada da daire-i rubûbiyetteki tasarrufunu رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُمْ وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ “sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbiniz” şeklinde ihtar ediyor. Binaenaleyh burada farklı bir kısım hakikatler anlatılsa da, onun mâkabliyle sıkı bir münasebetinin bulunduğu sezilebiliyor.

Burada diğer bir münasebet şekli de şudur: Bu makta’a kadar üç zümrenin veyahut da kendi içinde öncüler ve mukallitler olmak üzere her sınıfın iki kısma ayrılması itibarıyla altı zümrenin icmalî durumlarından bahsettikten sonra, mü’minler, kâfirler ve münafıklar olarak hepsini birden ubûdiyete davet ediş söz konusudur. Bu davette, bundan sonraki makta’da anlatılan dört büyük hakikat, ta Hazreti Âdem’den bu yana hiç değişmeyen tek hakikat olarak vurgulanmaktadır ki o da şudur:

Daire-i rubûbiyet içinde Allah’a ibadet etmekle ulûhiyeti hatırlatmak ki, يَۤا أَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا ifadesi işte bunu ihtar etmektedir; sonra ikinci rükün olarak, tekvinî âyetlerin şerhi ve tefsiri olan Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan hatırlatılmakta; üçüncü olarak Kur’ân’la risaleti müeyyed olan Peygamberimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) dikkat çekilmekte, sonra da, buna karşı inat ve inkârla mukabele etmekle azab-ı nîrâna; ona mukabil, iman edip sâlih amellerde bulunmak suretiyle de bağıstan-ı cinâna istihkak kesbedileceği vurgulanmaktadır.

Bu itibarla da burada imanın dört esas rüknünün anlatıldığı görülmektedir. Zaten bütün peygamberlerin peygamberliklerinde esas olan hususlar da bunlardır. Yani ubûdiyetimiz içinde Cenab-ı Hakk’ın rubûbiyetini, rubûbiyeti içinde tevhidini ve tevhidde de ulûhiyetini hatırlayıp ibadet ve ubûdiyette bulunmaktır.

وَلَقَدْ بَعَثْنَا فِي كُلِّ أُمَّةٍ رَسُولًا أَنِ اعْبُدُوا اللهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَ “Kasem olsun biz her ümmet içinde bir peygamber gönderdik. Onlara şu esasları tebliğ etsinler diye: Allah’a ibadet edin, ubûdiyette bulunun, (O’na serfürû edin ve) bütün tağutlardan, (fikrinizde, hayalinizde ilâhlaştırdığınız her şeyden) içtinap edin.” (Nahl sûresi, 16/36) âyetinde peygamberlerin esas davası olan bu husus hatırlatılarak bu esaslara dikkat çekilmektedir. Bunun gibi, يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللهَ مَا لَكُمْ مِنْ إِلٰهٍ غَيْرُهُ “Ey kavmim! Allah’a kul olun ki sizin başka bir ilâhınız yoktur.” ifadeleriyle bütün peygamberlerin mesajının bu olduğu üzerinde durulmaktadır. Evet, her peygamberin dava-yı nübüvvetini ilan ve tebliğde ilk söylediği hakikat hep bu olmuştur.[1] Mesela bu verdiğimiz âyette bir tek cümle içinde: Bizim ubûdiyette Allah’ı birlememizi, yani sadece O’na kulluk yapmamızı, إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ misakına sadakatimizi ve mabûdiyeti O’na tahsisimizle tevhid-i ulûhiyetimizi; Rabbülalemin’e ahd ü peymânımızın ifadesi olarak bizi terbiye eden, terbiyecimiz bulunan O Mâbud-u Mutlak’ı rubûbiyet dairesinde de tevhid etmemizi yani bütün tasarrufun O’na ait olduğunu, O’nun ortağa, yardımcıya, eşe, menende ihtiyacı olmadığını ve bütün bu hususların sibakla münasebetini görüyor ve هَذَا كَلاَمُ اللهِ diyoruz.

[1] A’râf sûresi, 7/59, 65, 73, 85; Hûd sûresi, 11/50, 61, 84; Mü’minûn sûresi, 23/23, 32.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.