Bakara Sûre-i Celîlesi (23-24. âyetler)

Bakara Sûre-i Celîlesi (23-24. âyetler)

وَإِنْ كُنْتُمْ فِي رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِه وَادْعُوا شُهَدَۤاءَكُمْ مِنْ دُونِ اللهِ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ ۝ فَإِنْ لَمْ تَفْعَلُوا وَلَنْ تَفْعَلُوا فَاتَّقُوا النَّارَ الَّتِي وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ أُعِدَّتْ لِلْكَافِرِينَ
“Eğer kulumuza indirdiğimiz Kur’ân’ın, Allah’ın sözü olduğu hakkında şüpheniz varsa, haydi onun sûrelerinden birine benzer bir sûre meydana getirin ve Allah’tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın, iddianızda haklı iseniz. Bunu yapamazsanız –ki asla yapamayacaksınız– çırası insanlarla taşlar olan ve kâfirler için hazırlanan o ateşten sakının.”

Yukarıda, mü’min-münafık-kâfir, bunların umumunu birden muhatap olarak nazara alıp öteden beri devam edegelen hakâik-i âliye-i İslâmiye’nin dört mühim esasını hecelemeye çalışmıştık. İşte bu dört büyük hakikatten biri, tam bir ubûdiyet tavrı takınma çerçevesinde daire-i rubûbiyete karşı arz-ı inkıyatta bulunma ve daire-i ulûhiyete karşı da iz’an içinde olma hususu idi.

Bizim tevhid-i ubûdiyette bulunmamız, Zât’ında Cenab-ı Hakk’ı tevhid edip, tevhid-i ulûhiyetini iz’anla ifade ettiğimiz gibi, O’nun (celle celâluhu) o muhteşem saltanatının unvan-ı mübecceli tevhid-i rubûbiyete sahip bulunduğunu da ilan demektir. O (celle celâluhu) Zât’ında bir olduğu gibi icraatında da birdir; ortağı, yardımcısı yoktur. İşte Zât-ı Ulûhiyet hakkında akide adına bilmemiz gereken şeylerin bazıları bunlardan ibarettir. Biz, يَۤا أَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا âyetiyle kısmen bunu gördük ki o, kavl-i mücerret olarak sadece bir iman meselesi telkin etmiyordu; onun yanında aynı zamanda bir yönüyle inayet ve ihtirâ delilleriyle gayet net olarak âfâkî ve enfüsî delilleri de icmalen nazarımıza vererek bu meselenin sağlam delillere dayandığını da gösteriyordu.

İman erkânının en mühimlerinden biri de hiç şüphesiz ki Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’a imandır. Kur’ân-ı Mu’ciz’in, fâik beyanıyla harika ve mu’cize olarak kendisini kabul ettirmesi, aynı zamanda elinde böyle bâhir bir mucize bulunan Hazreti Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) peygamberliğinin de tasdiki demektir.

Aslında Efendimiz, Kur’ân’ın delili; Kur’ân da Efendimiz’in peygamberliğinin delilidir. Böyle olunca, Kelâmî ifadesiyle, “Devir olmuyor mu?” denebilir. Hayır, olmuyor; zira Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın ispat edici delili, sadece Aleyhissalâtü vesselâm olmadığı gibi, Efendimiz’in peygamberliğine delil de sadece Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan değildir. Kur’ân’ın sair i’câz yönleriyle Allah kelâmı olduğu sabit bulunduğu gibi, Efendimiz’in risaleti de Kur’ân’dan başka O’nun sair mucizeleri, kendine mahsus hâlleri ve sıfât-ı hâssalarıyla müsellemdir ve o risalet sadece Kur’ân-ı Kerim’e dayalı değildir. Binaenaleyh burada bir devir meselesi asla bahis mevzuu olmaz. Onun için bu iki âyette Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın kelâm-ı ilâhî oluşuyla, bununla müeyyet olan Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) Allah’ın Resûlü olduğu imanın iki rüknü olarak ortaya konmaktadır. Bu üç husus sübut bulunca, arkasından fezleke olarak muannitlere Cehennem hatırlatılıyor. Gelen âyetin başında da Cennet anlatılarak, kesif-zulmanî, latif-nuranî iki cemaatin su-i akıbet ve hüsn-ü meâdları işaretleniyor.

Kur’ân-ı Kerim’in, ona nazire olabilecek bir eser ortaya konması mevzuundaki “tahaddiyât”ı, yani onun âleme meydan okumaları genelde Mekke’de cereyan etmesine mukabil, Medenî bir sûre olan Bakara Sûre-i Celilesindeki وَإِنْ كُنْتُمْ فِي رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلَى عَبْدِنَا فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِهِ وَادْعُوا شُهَدَاءَكُمْ مِنْ دُونِ اللهِ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ âyeti Medine’de nâzil olmuştur.

Kur’ân’ın bu tür tahaddîlerinde farklı tasrifler söz konusudur. Vâkıa bunlarda bir sıra takip edip etmediğine dair ne kat’i bir eser (sahabe ya da tâbiîn sözü) ne de bir hadis-i şerif vardır. O bir yerde: قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْإِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰۤى أَنْ يَأْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْاٰنِ لَا يَأْتُونَ بِمِثْلِه وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَهِيرًا “De ki: Yemin ederim! Eğer insanlar ve cinler, bu Kur’ân’ın benzerini yapmak için bir araya toplansalar, hatta birbirlerine destek olup güçlerini de birleştirseler, yine onun gibi bir kitap meydana getiremezler.” (İsrâ sûresi, 17/88) buyurur. Bu âyette, “Kur’ân-ı Kerim’in benzerini, onu tebliğ eden Nebi-yi Zîşân benzeri bir zattan olmak üzere meydana getirin.” türünden bir tahaddîde bulunuluyor. Yani ortaya koyacağınız şey hem Kur’ân gibi, onun seviyesinde olsun hem de Hazreti Muhammed (Aleyhissalâtü vesselâm) gibi ümmî bir zatın eseri olsun deniyor.

Diğer bir âyet-i kerimede ise şöyle buyruluyor: أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ قُلْ فَأْتُوا بِعَشْرِ سُوَرٍ مِثْلِه مُفْتَرَيَاتٍ وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ اللهِ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ “Yoksa Kur’ân’ı O’nun (sallallahu aleyhi vesellem) kendisi uydurdu mu diyorlar. De ki: İddianızda tutarlı iseniz haydi onunkine benzer on sûre ortaya koyun, bu isterse sizin kendi uydurmanız olsun ve Allah’tan başka çağırabileceğiniz herkesi de yardıma çağırın!” (Hûd sûresi, 11/13) Yani müşrikler, –hâşâ– “Resûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem), Allah’a (celle celâluhu) karşı bir yalanda mı bulundu diyorlar? Yani bunları kendi fikir ve karihasıyla ortaya koyduğunu mu iddia ediyorlar? O zaman buyurun siz de bütün Kur’ân kadar değil, hiç olmazsa on sûre kadar bir mecmua ortaya koyun.”

Hatta o mübarek Kur’ân gibi bir kitap ve Nebi-yi Ümmî gibi bir zat olmasın, مُفْتَرَيَاتٍ فَأْتُوا بِعَشْرِ سُوَرٍ akla mantığa uymayan derme çatma şeylerden, uydurma hikâyelerden ve en mütebahhir filozof ve düşünürlerin ihtirâatıyla olsun, dahası وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ اللهِ bu işte, bu mevzuda gücünüzün, takatinizin, ününüzün yettiği herkesi de çağırın yardımınıza; çağırın da size yardımcı ve destek olsunlar. Evet, önceki âyette Kur’ân’ın bütünüyle, burada ise on sûreyle bir tahaddî yapılmaktadır.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.