Seçilen kelimelerdeki dil incelikleri (21-22. âyetler)

Seçilen kelimelerdeki dil incelikleri (21-22. âyetler)

يَا bir nida edatıdır. Kendisine hitap edilen kimsenin hitap edene ikbalini teminde kullanılır. Buradaki sesleniş, senin de içinde bulunduğun bütün âfâk-ı âlemdeki herkese bir çağrıdır ve herkes bu çağrıya muhataptır. Cenab-ı Hakk’ın burada يَا kelimesiyle nida edip bütün insanlığa seslenmesi, emredeceği şeyin celâlet, azamet ve haşmetini işaretler. Yani bu, “Bütün bu nidayı duyanlar kulak kesilsinler. Kendilerine ilan edeceğim hakikat, âlem çapında çok geniş bir hakikattir.” anlamına gelmektedir.

أَيُّ kelimesi bir “tevsîm” edatıdır. Nahivdeki ifadesiyle harf-i nida ile münâdâ arasında âleteyn-i tarif cem olmasın diye bulunur. Yani dil açısından يَا النَّاسُ demek doğru değildir. Çünkü يَا belli bir kimseye hitap etmek içindir. النَّاسُ da zaten mârifedir. İki tür mârifenin yan yana gelmesine içtima-i âleteyn-i tarif diyoruz. İkisinin yan yana gelmesi, Arap dilinde hoş karşılanmadığından araya أَيُّ، أَيُّهَا، أَيُّهٰذَا gibi kelimeler girmektedir. Bu bir nahiv kaidesidir. Tevsîm, nişan koyma mânâsınadır. Âlemşümul hüviyeti içinde bütün deme, seslenme fiillerine evvelen ve bizzat mazhar kılınması ve Allah’a muhatap olabilecek durumda yaratılması itibarıyla nişan insana konmuştur. Öyleyse Cenab-ı Hakk’ın hitabı karşısında şuurlu bir şekilde ubûdiyeti farz olarak üzerine alan insandır.

هَا bir tembih edatıdır. Bununla celâlet, haşmet, azamet ve ihatanın yanı başında bir de huzur anlatılmaktadır. Kur’ân’ın ifadesi içinde beyan-ı ilâhî olarak biz daima mikro âlem ile makro âlemi yan yana, en büyük ile en küçüklüğü omuz omuza, sonsuz azametle sonsuz küçüğü birbiri içinde, sonsuz uzaklık ile sonsuz yakınlığı da hep iç içe görüyoruz.

اَلنَّاسُ iştikak itibarıyla ünsiyet kökünden gelmektedir. Bir tevcihe göre “nisyan”dan gelmiş olma ihtimali de söz konusu edilmiştir. Nisyandan olması itibarıyla mânâ şöyle olur: “Ahz-ı misakı unutmuş olabilirsiniz. Ben ise nisyandan ötürü sizi muaheze etmeyeceğim. Ey hâli bu olan insanlar, ibadet edin.” Ünsiyet mânâsına göre ise: “Ey Benim enîsim olanlar, yani vicdanlarında Mâbud-u Mutlak’ı enîs olarak bilenler, bulanlar ve bu ihtisasla payidâr olanlar!” şeklinde latif bir iltifatı işaretler.

اُعْبُدُوا kelimesiyle ise bu kelâm ve tekellümden, iblağ ve tebliğden, mütekellim ve muhatabın karşı karşıya bulunması gibi bir durum anlaşılır. Yani Allah, insanların ubûdiyet etmesi için konuşur, Resûl-i Ekrem bir ubûdiyet tavrı olarak dinler ve insanlar O’na kulluk yapsınlar diye tebliğ eder. Böylece bu ilâhî hitap içinde bir ubûdiyet zemzemesidir ki, çalkalanıp durur.

رَبَّكُمُ kelimesi, Rabbü’l-âlemîn olan Hazreti Allah’ın o geniş kâinat dairesindeki celalî tecellisine mukabil şuurlular âleminde cemalî tecellisinin bir ifadesi olarak insanları terbiye ettiğini hatırlatmaktadır ki, burada, “sizi terbiye edip zerrât âleminden canlılar âlemine, ondan insan âlemine, ondan insan-ı kâmil mü’min âlemine ve hususiyle ‘siz’ diyerek Hazreti Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) şahs-ı mânevîsi altında ümmet-i Muhammed olma âlemine yükselten.. evet işte size bu terbiyeyi veren Rabbinize ibadet edin.” nüktesi sezilmektedir.

الَّذِي خَلَقَكُمْ “O ki sizi yarattı.” Ubûdiyetin en büyük dâisi hilkattir. Veya ters çevirip şöyle de söyleyebiliriz. Hilkatin en büyük gayesi ubûdiyettir. وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنْسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ “Ben cinleri ve insanları sırf Beni tanıyıp yalnız Bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zâriyât sûresi, 51/56) âyet-i kerimesi de bunu ifade etmektedir. Yani O yarattı ki siz de ibadet edesiniz. Öyleyse ibadet edin, çünkü sizi O yarattı.

وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ “Sizden evvelkileri yaratan da O’dur.” Onlar ve onlardan evvelkilerin hepsi geçip gittiler. Risaleler’de izah edildiği gibi çağlayan bir çayın üzerinde Güneş’in şualarıyla belirip kaybolan kabarcıkların yerini, arkadan gelenlerin alması türünden her şeye nikabını açıp cemalini gösteren sermedî bir Şems var ki, gidenler gidiyor, bu defa arkadan gelenler o cemal ile serfirâz oluyor. Aynen onun gibi, bütün tarih boyunca gelip giden beşerin inkıraza uğraması, yok olması neticede sizin de inkıraza uğrayacağınızı ifade etmektedir. İfade gelenin gideceğini, gidenin gelmeyeceğini, arkadan yenilerin gelip onların yerini alacağını, onların da sahneden çekileceğini ve bütün bu gelip gitmelerin, çalkalanmaların verâsında tebeddül ve tağayyürden münezzeh, müberrâ olan Allah’ın (celle celâluhu) sonradan gelmediğini ve gitmeyeceğini fakat daima var olduğunu; binaenaleyh hilkatin zimamının da O’nun elinde bulunduğunu; kulluk yapılırsa ancak böyle bir Mâbud-u Mutlak’a yapılmasının gerektiğini ifade etme adına ne kadar latif düşmektedir! Sizi ve sizden evvelkileri yaratması ve bununla sizi ubûdiyete davet etmesi, âyât-ı tekviniyeye karşı vazifelerinizi hatırlatmakla beraber Kur’ân-ı Kerim’e karşı da anlayışlı olup Allah’ı da saygıyla anmanızı istemesi, takva dairesine girmeniz içindir. İşte لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ ifadesi de bu nükteye parmak basmaktadır.

اَلَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ فِرَاشًا “O (celle celâluhu), yeryüzünü yaşamanıza müsait bir döşek yaptı.” ifadeleri de yeryüzündeki nimet-i ilâhiyeyi hatırlatmakla bizi ubûdiyete davet ettikten sonra, ubûdiyete karşı bir iştiyak arzusunu uyarmaktadır. Mâbud-u Mutlak’a kulluk yaparken size olan sâbık nimetlerine bakarak kulluk yapmalısınız. Evet, binanızın tavanını aydınlattığı, orada bir sirâc-ı münir yaktığı, bir sobayı tutuşturduğu, zemin yüzü sofrasına hazırlanan nimetleri onda pişirdiği için Rabbinize ibadet etme mecburiyetindesiniz. Zannediyorum böyle bir ifade, uyanık gönüllerde kulluğa karşı fevkalâde bir heyecan, bir aşk ve şevk uyaracaktır.

فِرَاشًا sözünden öyle anlaşılmaktadır ki, zemin yüzü ancak bir annenin, çocuğunun istirahatı için hazırlayabileceği sıcak bir döşekten daha mükemmeldir. Bu kelime, yeryüzünün mahz-ı rahat (rahatın ta kendisi) bir döşek olduğunu ifade etmektedir. Yani insan düşünmese bile, bu nimetleri hazırlayan Zât, ağacın dalında, hayvanın memesinde ve daha değişik nimet mahzenlerinde insana tebessüm eden çeşit çeşit nimetlerle donatılmış zemin yüzünde sadece elini uzatarak alıp ağzına koyacağın bütün ihsanları sana hatırlatarak ibadete karşı derin bir arzu ve iştiyak uyarıyor.

“Aynı zamanda semayı da bina yaptı.” mânâsına gelen وَالسَّمَۤاءَ بِنَۤاءً ifadesinin kudsî kelimelerinde ise şu mânâlar mündemiçtir: Bu kadar nimetleri sizin istifadenize sunmanın yanında, bir meşher olarak onları nazarlarınıza arz edip takdir ve teşekküre sevk etmek için onları burada ihzar etmesi.. bunun için de sema ile yer arasında münasebetler kurup yeryüzünde bu sanatların devamını temin etmesi ne büyük bir ikramdır! Her gelen alkışlasın ve O (celle celâluhu) her an alkışlansın diye sanatlarını devamlı yenilemektedir ve sizin de yenilenmenizi dilemektedir.. dilemektedir ki insan her gördüğünde ona hayran olsun. Sema ile bunların devam ve temadisi karşısında, gece-gündüzün birbirini takip etmesinde, Güneş’in ziyasıyla başlarımızı okşamasında, hararetiyle yiyeceklerimizi pişirmesinde.. işte bütün bu hususları ve daha nice şeyleri hatırlatmada وَالسَّمَۤاءَ بِنَۤاءً beyanı ne kadar latiftir!

وَأَنْزَلَ مِنَ السَّمَۤاءِ مَۤاءً “O (celle celâluhu), semadan mübarek bir su indirdi.” ifadesi çerçevesinde semadan yağmurun inmesi, denizlerin buharlaşması, damlacıkların atmosferde çiğ noktasına ulaşması ne müthiş bir nizamın ifadesidir. “O (celle celâluhu), mânevî âleminizin kayyimi olan ferman-ı sübhânisini nasıl melek vasıtasıyla semadan inzâl ediyor, öyle de maddî yapınızın kayyimi sayılabilen yağmuru da esbap dairesi içinde ilâhî nimetlerinin yerden çıkarılması için semadan öyle indiriyor.” mânâsına gelen beyanıyla Kur’ân tesadüfü, ülfet ve ünsiyeti yırtarak, bir kere daha “Allah!” dedirtiyor.

مَۤاءً kelimesiyle ifade edilen, rahmettir. Zira bazen gökten çamur da iner, dolu da iner, kar da iner. Ne var ki, burada beyan buyrulan ve bizim nimet olarak anlayıp hissedebildiğimiz şey sadece ve sadece sudur, yağmurdur. Binaenaleyh, مَۤاءً sözüyle ifade edilip, ثَلْج (kar) veya بَرَد (dolu) gibi bir sözcükle ifade edilmemiştir.

فَأَخْرَجَ بِه مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْ “O yağmurla size rızık olarak çeşitli semereler çıkardı.” Evet, bununla O, sizin için çeşit çeşit semereleri yerden çıkarmıştır. Sadece bir semere değil, madde-i esasiye olarak ne kadar hayatî ihtiyaç varsa hepsini o inzâl ile ihraç etmiştir. Bütün semereleri yerden çıkarmada odak noktası ise rızıktır. O, bunu sizi rızıklandırmak için yapmıştır.

لَكُمْ sözü ile de ille-i gâiyenin bütün insanlık âlemi olduğunu anlatmaktadır.

فَلَا تَجْعَلُوا لِلهِ أَنْدَادًا hitabı ise, “Ey insanlar! Yukarıdaki fıkraları nazara alarak zinhar Allah’a eş ortak koşmayın!” anlamına gelmektedir. Yani demek istiyor ki: Senin şu gördüğün su habbelerinin yukarıya çıkması, sonra aşağıya boşalması, bununla çeşitli semerelerin yerden fışkırması, bütün bunların Allah’ın iradesiyle meydana gelmesi, sonra siz ve sizden evvelkilerin yaratılışı, asıl zerrelerinizin yaratılması... evet bütün bunlar fıtrat ve tabiatta şerik-i Bârî’ye yer olmadığını göstermektedir. Öyle ise inat etmeyin, “Allah” deyin; zira Kur’ân, size fıtratın ve tabiatın dışında bir şey söylemiyor. Buna binaen suniliği bırakın ve tekvinî emirleri doğru okuyup doğru yorumlamaya çalışın...

Kur’ân, لِلهِ lafz-ı celîliyle de şunu anlatıyor: “Sizin eş menend koştuğunuz Allah, zatında Vâhid ve Ehad’dir. Hakikatte O’ndan başka Mâbud-u Mutlak yoktur. Siz vehm ü hayalinizle ona eş ortak koşmakla salim düşünceye muaraza ediyorsunuz. O, Allah’tır ve bütün esmâ-i hüsnâsını câmi zatî ismi ile kendisini bize tanıttırmaktadır.”

Ayrıca Kur’ân أَنْدَادًا kelimesiyle istihza ve tehekkümde bulunmaktadır. Şöyle ki, sizin iddia ettiğiniz gibi Allah’ın birkaç tane değil, bir tane bile benzeri olamaz. Zira olsa, iki muhtarlı bir köy, iki müdürlü bir nahiye gibi bütün âlem fesada uğrar. Siz ne kadar akılsızsınız ki bir yerde iki idareci bulunduğu zaman fitne ve fesadın hükümfermâ olacağına inandığınız hâlde, ciddi bir nizam içinde ve hep ahenk ile hareket eden kâinatın işleyişini –hâşâ– “endâd”a veriyorsunuz.

وَأَنْتُمْ تَعْلَمُونَ ifadesi, “En basit ilmî plânda dahi anlaşılması mümkün, kesin olan bu hakikati siz de bildiğiniz hâlde, yani hariçte Allah’ın eşi menendi olmadığına sizin de bir ilminiz ve ıttılaınız olması salim düşüncenin gereği olduğu için artık Allah’a (celle celâluhu) eş ortak koşmaktan sakının!” türünden bir nükte-i belâgat ifade etmektedir.

Buraya kadar beyanda bulunduğumuz hususlarla daire-i rubûbiyeti karşısında kendisine ibadet ü taatta bulunduğumuz ve tevhid-i ulûhiyetini kabul ve teslim ederek huzurunda elpençe divan durup inkiyadda bulunduğumuz Hazreti Allah’a karşı ubûdiyetimizi ve O’nun mabûdiyetini ifade etmeye çalıştık ki bununla imanın mühim dört rüknünden birini anlatmış oluyoruz. Diğer rükünlere gelince; Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan ve onunla müeyyed Resûl-i Zîşân; bir de imanın yümnüyle hareket edenler için dâr-ı cinân ve küfrün şeâmetiyle zayi olup gidenler için de su-i akıbet ve azab-ı nîrân... Bundan sonraki âyetlerde de –inşâallahu teâlâ– onlar icmalî mânâlarıyla görülecektir. Her şeyin en doğrusunu Hazreti Allâmü’l-Guyûb bilir.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.